28.9.12

Restless: Gus Van Sant'tan Bir Gençlik Güzellemesi

Daha önce bir Gus Van Sant filmi izlemişliğim yok, dolayısıyla Restless kendisinin filmografisinde nasıl bir yere sahip fikir beyan etmem mümkün değil. Ancak bu yazıyı yazmadan önce yaptığım çok kapsamlı olmayan araştırmadan çıkardığım, bu filmin sessiz sedasız gelip geçmiş, pek de üzerinde konuşulmamış bir film olduğu yönünde. Hatta filme dair bulabildiğim çoğu haber linki beni Henry Hopper'ın filmden tamamen alakasız skandalına yönlendirdi. Durum böyle olunca da filmi izleyeli birkaç gün olmasına rağmen (ben izleyip, dinleyip, okuyup üstüne bir de beğenince hemen hakkında bir şeyler yazma ihtiyacı duyan bloggerlardanım) hakkında bir şeyler yazayım istedim.
Mia Wasikowska ve Henry Hopper'ın başrollerinde olduğu ve talihsiz aşıkları canlandırdıkları Restless, ölümün hayatlarında fazlaca yer kapladığı yirmili yaşlarına henüz erişmemiş Enoch ve Annabel'in kesişen öykülerine odaklanıyor. Enoch, anne babasını bir trafik kazasında yitirmiş, tek arkadaşı İkinci Dünya Savaşı şehidi Hiroshi'nin hayaleti olan garip bir gençtir. Tanımadığı insanların cenazelerine gitmek, kendine olay yerinde ölü bulunmuş ceset süsü vermek ve hayalet Hiroshi ile amiral-battı oynamak hobileri arasındadır. Bir gün gittiği cenazelerden birinde Annabel ile tanışır. Kanser hastası Annabel ne yazık ki mücadelesine yenik düşmek üzeredir, doktorları sadece üç ay yaşayabileceğini söylerler. Buna rağmen Enoch ve Annabel, önce arkadaş, sonra sevgili olmaktan ve yaşamaya devam etmekten vazgeçmezler. Enoch'ın da dediği gibi; "İnsan 3 ayda bir sürü şey yapabilir."


Konusu itibariyle bana salya sümük izlediğim A Walk to Remember'ı hatırlatan Restless'ın, son zamanlarda insanların hastalık ve romantizm üzerinden duygularıyla oynayarak gişe yapan birçok filmle ortak noktası neyse ki sadece bundan, yani ölüm ve hastalık temalarından, ibaret. Film kesinlikle Annabel'in hastalıkla mücadelesine, ölümün iki aşığı ayıracak olmasının trajedisine, hatta "son günlerin kıymetini bilmek lazım" safsatasına odaklanmıyor. Bunlar tabi ki filmde mevcut, nitekim ölüm meselesi hayatlarında bu kadar belirgin olan iki genci konu edinip bunlar yokmuş gibi davranmak abes olurdu. Restless, tüm bu tema ve alt temalarını Enoch ve Annabel'in yeni başlayan aşkları ve karakterleri üzerinden işliyor. Onların beraber geçirdikleri zamana, oynadıkları oyunlara, birbirlerinin hayatlarına girişlerine, birbirlerini tanıyışlarına tanık oluyoruz. Filmin tüm sihri de bunlarda saklı, Annabel ve Enoch'ı ayrı ayrı ve özellikle de birlikte sevmemek mümkün değil. İşin içine bir de aşkını sevdiği kadına itiraf edemeden ölen Hiroshi'nin hikayesi eklenince film insanı en çok vuran o filmlerden birine dönüşüyor: Ağlak olmak istememesine rağmen insanı ağlatan filmlere yani.. Hatta o kadar ki, Annabel ölmesin diye dua ederken buluyorsunuz kendinizi. Filmin tonu da o kadar kandırıkçı ki bu konuda, ben birçok kez kendimi "Yok herhalde ölmeyecek," derken buldum :) Adı Annabel olan bir karakterin ölmeyeceğini sanmak ne kadar komik ve imkansız olsa da..
Yine de Restless, bunlara rağmen ölüm hakkında bir film değil. Enoch ve Annabel'in kendi hobilerinin ve dünyalarının içinde kaybolduğu, son günlerine kadar doya doya yaşadığı ve ölüme rağmen birlikte olmaktan vazgeçmedikleri, "genç olmak" hakkında bir film. Ve bu yaklaşımı, onu adını andığım ve anmadığım birçok ağlak filmden çok daha iç burkan ve de orijinal bir film kılıyor. 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...