Terrence Malick sinemasına aşina değilim; filmografisine baktığımda da sık film çekmediğini, en son işinin 2005'te (The New World) vizyona girmiş olduğunu görüyorum. Dolayısıyla eğer film kurdu değilseniz adını benim gibi duymamış olma ihtimaliniz yüksek. Bu durum, Cannes'dan beri basında dönen filmle ilgili yorumları da okumadıysanız tamamen yargısız bir şekilde bu filme yaklaşmanızı sağlayabilir, ki açıkçası benim için öyle oldu ve bu yargısızlığın böyle bir filme objektif olarak bakabilmek açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü ne yazık ki bazen bir filmin ya da eserin yaygarası kendisinin önüne geçebiliyor ve ne o işe adam gibi bakabiliyor ne de farklı şartlarda o işten alabileceğiniz zevki alabiliyorsunuz.
Tree of Life, 50ler Amerika'sındaki orta sınıf O'Brien ailesinin hikayesini oğul Jack'i odak olarak işliyor. Bu hikayenin belli düğüm noktalarına paralel olarak evren ve gezegenin geçmişi ile inanç/din/tanrı meseleleri de herhangi bir linear anlatı kaygısı güdülmeden hikayeye dahil oluyor, hikayenin katmanlarına eklemleniyor. O'Brien'ların duaları, iç sesleri ve birbirlerine söyledikleri zaman zaman dinozorların ya da kara deliklerin, gezegenlerin görsellerine karışıyor. Zaman zaman da, Jack'in çocukluğu ve ergenliği üzerinden ailenin günlük hayatını, babanın kendi hayatının aldığı yön ile ilgili hayal kırıklığını evine nasıl yansıttığını, buna karşılık ise annenin sessiz kabullenişini izliyoruz.
Bu özete, yani elimizdeki görselden arınmış malzemeye baktığımızda Tree of Life, 50ler Amerikan orta sınıfı temel alan bir dram gibi duruyor. Yani, kendi potansiyelini hayatına taşıyamamış mutsuz, mutsuzluğunu çocuklarını terbiye/disiplin ederek onların hayatlarının kendisininki gibi olmamasını sağlayarak aşacağını sanan korkunç bir baba, bu babanın karşısında öfke patlamaları yaşayan oedipal bir oğul, oğullarını babanın gazabından korumaya çalışan ve çok iki boyutlu bir anne ve acımasız 50ler ekonomisinde ayakta kalmaya çalışan bir aile... Bu hiçbir tarafıyla kulağa orijinal/heyecan verici gelmeyen hikaye anlatılmaya değmez değil elbette. Önemli olan hikayenin nasıl anlatıldığı ve Malick Tree of Life'ta hikayeden çok bununla ilgileniyor.
Tree of Life, 50ler Amerika'sındaki orta sınıf O'Brien ailesinin hikayesini oğul Jack'i odak olarak işliyor. Bu hikayenin belli düğüm noktalarına paralel olarak evren ve gezegenin geçmişi ile inanç/din/tanrı meseleleri de herhangi bir linear anlatı kaygısı güdülmeden hikayeye dahil oluyor, hikayenin katmanlarına eklemleniyor. O'Brien'ların duaları, iç sesleri ve birbirlerine söyledikleri zaman zaman dinozorların ya da kara deliklerin, gezegenlerin görsellerine karışıyor. Zaman zaman da, Jack'in çocukluğu ve ergenliği üzerinden ailenin günlük hayatını, babanın kendi hayatının aldığı yön ile ilgili hayal kırıklığını evine nasıl yansıttığını, buna karşılık ise annenin sessiz kabullenişini izliyoruz.
Bu özete, yani elimizdeki görselden arınmış malzemeye baktığımızda Tree of Life, 50ler Amerikan orta sınıfı temel alan bir dram gibi duruyor. Yani, kendi potansiyelini hayatına taşıyamamış mutsuz, mutsuzluğunu çocuklarını terbiye/disiplin ederek onların hayatlarının kendisininki gibi olmamasını sağlayarak aşacağını sanan korkunç bir baba, bu babanın karşısında öfke patlamaları yaşayan oedipal bir oğul, oğullarını babanın gazabından korumaya çalışan ve çok iki boyutlu bir anne ve acımasız 50ler ekonomisinde ayakta kalmaya çalışan bir aile... Bu hiçbir tarafıyla kulağa orijinal/heyecan verici gelmeyen hikaye anlatılmaya değmez değil elbette. Önemli olan hikayenin nasıl anlatıldığı ve Malick Tree of Life'ta hikayeden çok bununla ilgileniyor.
Jack'in anılarını onunla birlikte tecrübe etmeye seyirci olarak ne kadar yakınlaşabiliyorsak o kadar yakınlaştırıyor bizi Malick. Çekimlerde, kameranın davranışında, kompozisyonlarda hep o andaki başına buyrukluğu, olağanlığı yakalamaya yönelik bir çaba var. Ama Dogma'daki gibi bir yalınlığı/yapay olandan soyunmayı aklınıza getirmesin bu. Her ne kadar Malick ve sinematograf Lubezki bu film için Dogma'yı hatırlatan bazı parametreler (yapay ışıktan kaçınma örneğin) belirlemiş olsalar da, oyuncusuz çoğu sahnenin tasarlandığı, tasarlanmayanların da şiirsel olduğu için oyuncu performansına tercih edildiği çok belli. Bu durum kendi başına negatif bir unsur yaratmasa da, Jack'in yetişkin halini canlandıran Sean Penn'e ait sahnelerin çoğunda kendini gösteriyor. Sean Penn'in tüm sahneleri, "Jack'in babası ile olan ilişkisi yetişkin hayatını şekillendirmiş ve onu mutsuz bir birey kılmıştır," önermesi için çekilmiş gibi. Penn'in Le Figaro'ya verdiği bir röportajda söyledikleri de bunu destekler nitelikte. Penn, daha geleneksel bir anlatının filme etkisini kaybettirmeden hikayesini anlatmada yardımcı olabileceğini, filmin bu halinde kendisinin hikayeye ve hikayenin bağlamına bir katkısının olmadığını düşündüğünü söylemiş.
Penn'in oyunculuğuna yani Jack'in yetişkinliğine olan bu yaklaşım aslında sadece ona ve karakterin bu durumuna özgü değil. Tree of Life, geleneksel Hollywood sineması araçları ile hikaye anlatmaktan çok daha fazlasına kalkışan bir film. Emmanuel Lubezki, Malick'in filme yaklaşımı ile ilgili "Sinematografi bir performansı ya da diyaloğu görsele taşımak için değil, bir koku ya da parfüm gibi tonlarca anıyı izleyene hatırlatmak için kullanılır," demiş, ki bence Tree of Life'ı ve onu izleme deneyimini en güzel özetleyen de bu. Dolayısıyla Oscar için geçtiğimiz Cannes'dan beri büyük bir kampanya yürüten Brad Pitt'in ya da bence Pitt'in de önüne geçen Jessica Chastain ve Hunter McCracken'in performansları ile adaylık bile almamaları hiç şaşırtıcı değil. Tıpkı filmin adaylık almasının şaşırtıcı olmadığı gibi. Çünkü Tree of Life, oyuncu performansını tamamlayan senaryosu ve yönetmenliği ile değil, yönetmene ve sinematografına en iyi malzemeyi sunan ve bunun üzerinden izleyicisine tek bir hikaye anlatmaya değil kendi hikayesini hatırlatmaya ve farkında olmadan da olsa onda hayranlık uyandırmaya çalışan bir film. Tamamen görsel, son derece etkileyici ve açıkçası uzun vadede başyapıt mı odaksız ve deneysel bir çaba mı olarak görüleceği pek belli olmayan ama defalarca izlenesi bir film kısacası karşımızdaki. Keşke çok daha fazla film aynı anda bu kadar çok soruya, kararsızlığa itebilse ve izleyicisine bu kadar çok -belki de gereksiz- güvenebilse.
No comments:
Post a Comment