Burayı epeydir ihmal ettiğimin farkındayım. Blogumu çok sevsem de bu aralar "gerçek" hayat ağır basıyor, yapılacakların peşinde koşturmaktan kendime pek zaman ayıramıyorum. Ama yine de yaz boyunca izlediğim dizilerin finallerini izlemeye vakit bulabildim ve de True Blood'ın 6. sezonu ile ilgili düşüncelerim ile karşınızdayım.
True Blood, 2008'den beri bir rutin halinde, ABD'de yayınlandıktan sonraki gün izlediğim, benim için artık alışkanlığa dönüşmüş bir dizi. Sezon kötülerini, karakterlerin gidişatını ya da Bill'in bulaştığı türlü saçmalığı beğenmesem de, komedisiyle ve Lafayette ve Pam gibi karakterleriyle mutlaka gönlümü almayı başarıyor. Bu açıdan diziye dair beklentilerimin çok yüksek olmadığını söylemek mümkün.
Buna rağmen 5. sezon gibi beni bile epey zorlayan, şimdi düşününce hatırlanası çok az an barındıran bir sezondan sonra 6. sezon için pek ümitli değildim. Sezona "şöyle bir göz atıp beğenmezsem bırakırım" düşüncesiyle başladım. Malum Alan Ball da geçtiğimiz sezon diziden elini eteğini çekmişti ve bu durum, çoğu entertainment yazarı tarafından dizinin son demlerinde olduğuna yorulmuştu. Neyse ki, True Blood bu sezon sahiden de ölümden döndü ve bundan sonraki sezonlarına dair umut vaat etmeye başladı. Bunun da en büyük sebebinin bu sezonun dizinin temellerine (yani vampir - insan gerilimine ve Sookie'nin geçmişi ve kaderiyle ilgili yeni gerçeklerle yüzleşmesine) dönüşü olduğunu düşünüyorum. True Blood, fantastik hikaye ağları üzerinden toplumsal eleştiri yapabildiğince ve Sookie'yi başına gelenler karşısında etken kılabildikçe güçlü. 6. sezon, Governor Burrell'in vampirlere karşı açtığı savaş ve Sookie'nin hem vampir hem de faerie Warlow karşısında varolma çabasıyla bu anlamda son derece zengindi.
Warlow'un, dizinin tek boyutlu kötüsü yerine Lillith tarafından hayatı mahvedilmiş, Sookie'ye gerçek duygular besleyen bir karakter olarak çizilmiş olmasını çok tuttum. Geçen sezonki Freddy Kruger görüntüsünden kurtulup Robert Kazinsky olarak karşımıza çıkması da başka bir artısı tabii ki :) Ancak Warlow'un bütün sezon boyunca Sookie için neredeyse Bill ve Eric gibi romantik bir eş olarak çizilip son bölümde "gerçek yüzü"nün açık edilmesi sadece beni şaşırtmadı diye umuyorum. O ana kadar Warlow'un tek falsosu Niall'ı başka bir dimension'a göndermek suretiyle elimine etmesiydi, o da benim gözümde True Blood dünyasında bir karakteri "evil" ilan etmek için yeterli bir sebep değil. O yüzden Warlow'un son bölümdeki "Gelinim olacaksın" hallerini açıkçası bayağı bir damdan düşme buldum.
Damdan düşme demişken Billith'ten bahsetmemek olmaz.. Bill gibi kendini fazla önemseyen ve içten + dıştan pazarlıklı bir karakterin Lilith tarafından vampir ırkını kurtarmakla görevlendirilmesi son derece beklenir bir gelişme idi. En hazzetmediğim karakterlerden olsa da dizinin mitolojisini oluşturduğundan Bill - Lilith ve Lilith - Warlow ilişkisini büyük bir ilgiyle izledim. Son bölümde Bill'in Lilith'in etkisi altından kurtulup birden Sookie derdine düşmesini ise ne yazık ki Warlow'a son bölümde yapıştırılan rol gibi zorlama buldum. Bill'in Sookie'yi en son ne zaman umursadığını hatırlamaya çalıştığımda aklıma 2. sezondan görüntüler geliyor. Dizi patronu Brian Buckner, Bill'in bu "uyanışını" Lilith'in etkisinden kurtulup Sookie'ye olan duygularını hatırlamasıyla açıklamış. Ölümü reddedecek kadar Lilith'in etkisini üzerinden atabilen ve ona direnebilen Bill'in, Sookie'ye yaptıklarını sadece Lilith ile açıklamak bana dizinin aşk üçgeni çıkmazını sağlamlaştırmak için uydurulmuş bir bahane gibi geliyor. Aksine ikna olmam için de ne yazık ki dizi bana pek bir sebep vermedi şu ana dek.
Brian Buckner, 6. sezonun yanı sıra 7. sezon ile ilgili de açıklamalarda bulunmuş. Öncelikle "Eric öldü mü?" diye Google'layıp yolu buraya düşmüş olanları rahatlatayım: Buckner'ın açıklamalarına göre Eric ölmedi ve Alexandar Skasgaard 7. sezonda da dizinin ana kadrosunda yer alacak. Her ne kadar yukarıda da bir fotoğrafını görebileceğiniz sahne, bir ana karakteri uğurlamak için son derece epik bir sahne olsa da ve de beni çok eğlendirse de, Eric'siz bir True Blood, çoğunuz gibi, ben de düşünemiyorum. Nasıl kurtulacağı, Pam'in onu bulup bulamayacağı vs gibi sorular ise önümüzdeki sezon cevaplanacak. 7. sezondan diğer bilgilere geçecek olursak.. Jessica'nın ve Jason'ın yeni vampirleri James ve Violet, önümüzdeki sezon ana kadroda olacaklar. Buckner, benim de çok sıkıcı bulduğum werewolf hikayesinden uzaklaştıklarını ve tamamen insanlar ve vampirler arasındaki ilişkilere odaklanacaklarını söylüyor. Yani True Blood ilk sezonlarındaki yalınlığa geri dönmeye çalışacak. Her karakterin başka bir coğrafyada kendi hikayesinin peşinden koştuğu bir hal yerine, çoğunluğun Bon Temps'da olduğu ve tek bir ana meseleyle uğraştığı bir forma kavuşacak dizi. Ana mesele de Hep V karşısında savunmasız kalan vampirlerin ve de insanların bir anlaşma içine girmek zorunda kalmaları ve bunun yarattığı sıkıntılar olacak. Son olarak, Sookie ve Alcide ilişkisine meraklılar bu ikiliyi de bolca birlikte görecekler, ama Bill de kendini Sookie'ye affettirmeye çalışacak ne yazık ki. Kısacası, 7. sezonunda daha soap opera vari bir True Blood bizi bekliyor olacak. Sizi bilmem ama ben bu sezondan sonra 7. sezondan çok umutluyum ve de önümüzdeki yazı iple çekiyorum!
No comments:
Post a Comment