8.12.11

Yaratıcılıkta Sınır Tanımayan Bir İngiliz Dizisi Daha: The Fades

İlk düzenli izlediğim İngiliz dizisi neydi gerçekten şu an hatırlayamıyorum; ama bir gün bir şekilde, genelde bir sezonu komediyse 6, dramsa 8 bölümden oluşan bu dizilerle yolum kesişti ve o günden beridir de "İngiliz dizisi" deyince açıkçası beklentilerimi yüksek tutuyorum. Çünkü bu diziler, Amerika'ya nazaran daha özgürlükçü ve TV, sinema, müzik gibi alanlarda daha az tutucu Avrupa'dan çıktıklarından olsa gerek, kesinlikle türlerindeki Amerikan örneklerinden bir gömlek üstünler ve görsel & senaryosal anlamda, dar bütçelerine rağmen çok daha deneysel işlere imza atıyorlar.


İşte böyle izlediğim dizilerden biri olan Skins'in oyuncuları Lily Loveless ve Joe Dempsie'nin yeni bir dizide birlikte rol aldıklarını öğrenince merakıma engel olamadım ve ne hakkında olduğunu bile bilmeden BBC3'nin The Fades'ini izlemeye başladım. Ve de ne şanstır ki, korku, apokaliptik, paranormal ve zombi-sever bendenize biçilmiş kaftan çıktı dizi.
Dizinin konusunu özetlemek gerekirse... The Fades, 16 yaşında bir lise öğrencisi olan Paul'un son derece sıradan hayatına rağmen devamlı gördüğü kabusları ve yaşadığı kasabada meydana gelen garip olaylarla açılıyor. Sonrasında ise, "diğer tarafa" bir sebeple geçememiş, yeryüzünde sıkışıp kalmış ve buna rağmen yaşlanmaya, çürümeye devam eden "Fade"lerle ve bu "Fade"lerin trajik görebilen, kendilerine "Angelics" adını veren toplulukla tanışıyoruz. Bu topluluk, gördükleri premonitionlar ve "Fade"lerde gözlemledikleri değişiklikler sonucunda büyük bir tehlike, hatta dünyanın sonu ile karşı karşıya olduklarını düşünüyorlar. Bu fantastik ve paranormal dünya, The Paul, en yakın arkadaşı Mac, bir türlü anlaşamadığı ikiz kızkardeşi Anna ve oğluna obsesif derecede bağlı annesinin hayatı üzerinden son derece absürd bir komedi ve zaman zaman The Walking Dead'dekine yaklaşan bir görsel ayrıntı/gerçekçilik ve korku hikayesiyle ile birlikte çiziliyor.
Paul'ün Mac ile olan dizinin comic-relief'ini oluşturan co-dependent ilişkisinin karşısında kendilerini dünyayı kurtarmaktan mesul gören, Paul'ün de uzun zamandır bekledikleri seçilmiş kişi olduğunu düşünen ciddi "Angelic"ler, "Fade"lerin sınırlı varoluşunu bir adım öteye taşımayı başarmış dizinin iğrenç & kötü adamı John ve bir Angelic olmanın sonucu olarak evliliğinden ve hayatından olmuş, çaresiz aşık kadın Sarah'nın hikayesi gibi yan hikayeler de dizinin duygusal, anlatımsal katmanlarını derinleştiriyor. 


Ancak bence dizinin en güzel ve en başarılı tarafı, çok işlenmiş/bilindik gibi duran bu ana hikayeyi kendine özgü ve yaratıcı detayları ile zenginleştirmesinin yanı sıra, böyle bir diziden beklemeyeceğiniz oyunculukları ve karakterleri. Dizinin en başından trajik hayatının sonuyla yakaladığımız Angelic/Fade Sarah rolünde izlediğimiz  Natalie Dormer, sanırım dizinin en tanınan oyuncusu. The Tudors'daki Anne Boleyn rolüyle tanınan Dormer, Hollywood'da da küçük ama karakteristik yan rollerler yükselmeye devam edecekmiş gibi görünüyor ve The Fades'in en güçlü dram kolunu oluşturan Sarah'nın öyküsünü çok başarılı bir şekilde, ne çok dramatik, ne de çok yüzeysel bir performansa yönelmeden canlandırıyor. Onun bu rolüne tam tamına zıt bir rolle karşımıza çıkan Daniel Kaluuya, şimdilik sadece Skins'teki küçük rolü ile bilinse de geleceğin en başarılı İngiliz komedyenlerinden biri olmaya aday. The Fades'in çoğu sahnesini karşısındaki kim olursa olsun çalan, her bölüm başında seyirciye çok komik küçük monologlarla geçen bölümde ne olduğunu açıklayan inek Mac, bence dizinin yine en büyük artılarından. Hatta, The Fades, bence sırf onun için bile izlenebilir.
Son olarak, The Fades'in kötü adamı, "Fade"lerin başı, II. Dünya Savaşı sonunda ölmüş ve tekrar yaşamaya kararlı John rolünde Joe Dempsie, yine tabi ki bence, mükemmel. Onu 2 yıl önce Skins'in efsane ilk jenerasyonunda, dünya umurunda olmayan Chris rolüyle izlemiştim ve açıkçası pek de dikkatimi çekmemişti. Ancak, The Fades'deki performansı ve rolü, Chris'den o kadar farklı bir oyunculuk gerektiriyor ki, ister istemez Joe Dempsie'yi rol seçimleri açısından takdir etmekten ve sonraki işlerini takip etmekten kendinizi alamıyorsunuz. Bu arada, Game of Thrones severler, kendisini ilk sezondaki, bahtsız kral Robert'ın piç oğlu, kılıç ustası Gendry olarak hatırlayacaklardır. Imdb'den öğrendiğim kadarıyla, hala izlemediğim This Is England '86'da kendisini görebilirmişiz. Yani, İngiliz televizyonu/sinemasında Joe Dempsie'nin adıyla sıkça karşılaşma şansımız yüksek, benden söylemesi. 
Toparlamak gerekirse, bu sene içinde tamamen tesadüfen izlemeye başlayıp beni iyi anlamda en çok şaşırtan dizilerden biri oldu The Fades. (Bu dizilerden bir diğeri olan American Horror Story ile ilgili yazım için beklemede kalınız :) ) Eğer konu ve tür itibariyle ilginizi çekecek gibi görünüyorsa, Skins hayranıysanız, şans vermeye kesinlikle değer ve ele aldığı türü geliştirmeye aday bir dizi The Fades. Altı bölümlük ilk sezonu geçtiğimiz Ekim ayında sona erdi ve II. sezonu ile ilgili bildiğim kadarıyla henüz bir duyuru yapılmış değil. Ancak ben yine de II. sezonu ile de görüşmek üzere diyeyim, çünkü I. sezonun o sonundan neler olacağını gerçekten çok merak ediyorum ve Mac'i özledim! :)

No comments:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...