24.12.11

Misfits'in 3. Sezonunun Ardından

DİKKAT: BU YAZI SPOILER İÇERİR!

BAFTA ödüllü İngiliz dizisi Misfits'in 3. sezonu geçtiğimiz pazar sona erdi. Son bölümü dün izleyebildim ve dizinin büyük bir hayranı olarak bu sezona dair fikrim tamamen pekişmiş oldu: Hayalkırıklığı. 
Öncelikle, Misfits hayranlarının gazabına uğramamak adına en sonda söyleyeceğim şeyi en başta söyleyeyim: 3. sezon çok başarılı bir sezondu, iyi bir televizyon işiydi ve yine iyi yazılmış, iyi işlenmiş bölümlerle buluşturdu bizi. Ancak bunların hiçbiri, bundan önceki iki sezonda karşımıza çıkan, Misfits'i Misfits yapan tonu yakaladığı, bir adım ileriye taşıdığı ve bize baş rolündeki oyuncuyu yitirmiş bir dizi olduğunu unutturduğu anlamına gelmiyor. 
Ne kadar başarılı bir iş olursa olsun, her TV projesi, ana karakterlerinden birini oyuncunun seçimi dolayısıyla kaybetmek zorunda kaldığında tökezler. Nathan, Misfits için önemli bir karakterdi, dizinin absürd-sinir bozucu- ama yaratıcı-komik tonunu neredeyse kendi başına sırtlanıyordu ve onun diziden ayrılması bu tona büyük bir sekte vurdu. "Yerine" gruba dahil olan Rudy, her ne kadar bu anlamda başarılı bir karakter olsa da, sanırım "neden böyle olduğunun" hiç açıklanmaması sebebiyle, dizinin en iyi işlenmiş, öyküsü enine boyuna işlenmiş yegane karakterlerden birinin eksikliğini dolduramadı. Ve yine sanırım bu sebepten olacak, dizi yazarları, bu anlamda iyi işlenmiş karakterlerine yaslandı. Kelly başlıca olmak üzere, Simon ve Curtis'e odaklanan yine oldukça iyi bölümler izledik. 


Burada küçük bir parantez açıp bir karakter olarak Alisha'ya ve dolayısıyla da Antonia Thomas'a yapılan haksızlıktan bahsetmek istiyorum. Iwan Rheon ile bu sezon diziyi bıraktığını açıklayan bir diğer oyuncu olan Antonia Thomas, aslına bakarsanız geç bile kaldı. İlk sezondan beri kendisine ait, karakterinin motivasyonunu ortaya koyan doğru düzgün bir bölüm izleyemediğimiz, sadece cinselliğini silah olarak kullandığı için o "güç"e sahip olduğunu bildiğimiz Alisha, hep ilişkileri ile diziye dahil edilen tam bir stereotype kadın rolünü üstlendi dizi boyunca. Zaten bu dizinin kadınlara verdiği "güç"leri şöyle bir düşününce karşınıza çıkan güçten ziyade lanet tablosu, Alisha'nın önce Curtis sonra da Simon ile olan ilişkisinden öte kendini gösterememesi ile de iyice pekişiyor ve işi Misfits'deki cinsiyet rolleri dağılımındaki soruna kadar götürüyor. Ben oraya şu an çok fazla bulaşmadan, dizinin bu sezondaki dram tonuna ve bunun bence neden bir hayalkırıklığı unsuru olabileceğine geri dönmek istiyorum.
Bölümler, Kelly, Simon ve Curtis'e odaklanınca, ve bu karakterler, malumunuz Kelly'nin dürüstlüğü, Simon'ın Alisha ile ilişkisi yüzünden trajik geleceği, Curtis'in yetenekli ama yolunu kaybetmiş atlet gibi yolu son derece kompleks ve dramatik çizilmiş karakterler olunca, dizi de ister istemez böyle bir ton kazandı. Rudy'nin malum çift karakterliliği, kadınlarla olan ilişkileri üzerinden başına gelen son derece komik durumları, Kelly'nin Hitler'i öldürmesi, Curtis'in kendisinden hamile kalması, lezbiyen ilişkisi vs gibi çok çok yaratıcı olduğu  hiçbir şüphe götürmeyen yan hikayeleri bile, ne yazık ki ağırlıklı dramayı dengeleyemedi. 


Bunu aşan, "Hah işte böyleydi bu dizi ya!" dedirten tek bölüm, benim açımdan 7. bölüm, yani Kelly'nin sonunda sevgilisi olmuş "power guy" Seth'in sevgilisini dirilttiği zombi bölümü oldu. Bu bölüm, bir yandan Seth'in ve bir trafik kazasında kaybettiği eski sevgilisinin içler acısı halini işlerken, bir yandan da başka bir dizide yan hikaye bile olamayacak cheerleaders ve zombi kedi meselesiyle insanı gülmekten ağlatacak kadar komikti. Bu bölüm,  dizi yazarlarının Robert Sheehan'ın ayrılması, efsanevi This is England'ın oyuncularından Joseph Gilgun'un izleyiciye doğru tanıtılması gibi kaygılardan arındıklarında eski-doğal elementlerini hala yakalayabildiklerini gösteren çok umut vaadedici bir bölümdü. Ta ki, son bölümde olanlara kadar.. 


Simon ve Alisha'nın ilişkisinin dizinin en büyük süprizlerinden ve geçtiğimiz sezonun en heyecan verici gelişmelerinden biri olduğunu kabul ediyorum. Ancak, geçmişe geri dönme, time-loop gibi meseleler, açıkçası hiç doğru düzgün dizide açıklanmadığından biraz havada kalmış ve ucu açık meselelerdi. Yani, Superhoodie Alisha'yı ölümden kurtarmak için gelecekten geliyor ve Alisha'nın Simon'a yani kendisine aşık olmasını sağlıyorsa, Simon ile Alisha'nın birlikte oldukları ve Alisha'nın ölmediği bir ana alternatif geçmiş/gelecek olması gerekir, değil mi? Kafanız mı karıştı? :) Karışması çok doğal, çünkü ne yazık ki bu hikaye örgüsü, dizi boyunca izleyiciye sadece inanılması gereken, rasyonel bir temele oturtulmayan, romantizmle süslenmiş bir hikaye olarak sunuldu. Son bölümdeki, Alisha'nın "bok yoluna gitti" denilecek kadar saçma ölümü, onun ölümüyle Simon'ın da bizim izlediğimiz zaman akışından bu şekilde çıkması, belki yazarların cesur ve başladıkları hikayeye sadık bir kararları olarak açıklanabilir. Ancak nihayetinde şöyle bir gerçek var ki, bu oyuncular diziden ayrılmasaydı, bu hikaye örgüsü, yine bir yere varmadan ve kaynağı hiç açıklanmadan sürüp gidecek, biz izleyicilerden de sadece "inanmamız" ve bu trajik aşk öyküsünün tadını çıkarmamız beklenecekti. Dolayısıyla, yazarlara bu kadar güvenemiyor ve bu gelişmeyi de dizinin geleceği adına kaygı verici bir adım olarak görmeyi tercih ediyorum ben. 
Önümüzdeki sezon diziyi bu bahsettiğim alanlarda kendini toparlamasını umarak izlemeye devam edeceğim; ancak sanırım ilk iki sezondaki yayınlandıktan sonraki gün büyük bir heyecanla izlemek için saat sayar halime pek kavuşmam mümkün olacak gibi görünmüyor. Sizlerin bu anlamda benden daha umutlu olduğunu ve bu sezonu çok daha keyifle izlediğini umarak American Horror Story'nin son bölümünü izlemek için huzurlarınızdan çekiliyorum :) Onunla ilgili yazım için de beklemede kalınız. 

2 comments:

Enygma said...

3. sezon aslında benim için gayet hoştu ya. 2. sezonun sonuna doğru doğrusu nathan'dan biraz sıkılmadım desem yalan olur. o yüzden rudy'ye baya alışmıştım yani. alisha ve simon'ı güzel bağladılar. yeni sezona ne yapacaklar en ufak tahminim yok. ama kelly'ye bi şey olmasın :) :) açıp açıp "wot the fock is brönch" sahnesini izliyorum sonuçta :) güzel yazı, teşekkürler.

Sibel said...

merhaba :) asıl ben yorumun için teşekkür ederim. ben de seninkine yakın hisler içinde çok gidip geldim ama nihayetinde bu sezon bende ilk iki sezondaki heyecanı bir türlü yaratamadı.
4. sezon için ben de aynen pek bir şey öngöremiyorum ama ya batacaklar ya çıkacaklar, orası kesin :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...