Bu ara hem Oscarların yaklaşması hem de izlemek istediğim filmlerin çoğunun aday gösterilmesinden dolayı internete düşmüş Oscar adayı filmleri izliyorum. Arkadaşlarım için de benzer bir durum geçerli ve dün onlardan biriyle yaptığımız konuşmada iyi filmlerin genelde ne kadar iç karartıcı olduğundan bahsettik. O bana Tinker, Tailor, Soldier, Spy'da ne kadar sıkıldığından bahsetti, ben de The Tree of Life'da içime sinmeyenleri buraya yazıyordum o an. Tüm bunların The Artist ile ne alakası var diyeceksiniz.. Alakası şu ki, The Artist, tıpkı Midnight in Paris gibi izlerken ve izledikten sonra sizi psikolojik olarak tüketmeyecek, son derece iyi vakit geçirtecek hatta güldürecek bir film. Üstelik bu "hafif" tonu güzelliğinden, zekasından ve performanslarından hiçbir şey kaybetmesine neden olmuyor; yeme de yanında yat bir durum kısacası! :)
Fransız yapımı film, Hollywood'un Hollywoodland olduğu 20ler sonunda geçiyor. Sessiz film starlarından George Valentin'in hayatında her şey mükemmel gidiyor, kariyerinin zirvesinde, alkışlar hiç peşini bırakmıyor, kıskananları, etrafında pervane olanları var. Kendisi de bunun farkında ve inanılmaz keyifli, bu keyif filmin ilk yarım saati boyunca size de bulaşıyor, o güldükçe siz gülüyor, köpeğinin ve aynı zamanda rol arkadaşının yaptıklarıyla da keyfiniz ikiye katlanıyor. Her şeyin böyle mükemmel gitmesi mümkün değil tabi ki. Valentin tam kariyerinin zirvesindeyken sesli filmler tek tük kendini göstermeye başlıyor ve Valentin'in hayatı alt üst oluyor.
The Artist'ten bahsedip de oyunculuklarından bahsetmemek olmaz. Sessiz filmlerde oyunculukların önemi tartışma götürmez; ancak 2012'de çekilmiş bir sessiz filmde, bir Charlie Chaplin taklidine dönüşmemek gibi bir engeli de var The Artist'in ve film, bu engeli tereyağından kıl çekercesine bir doğallıkla aşıyor. Hiçbir sahne fazladan oynanmış değil, hiçbir mimik sizde bir skeç izliyormuşsunuz hissi uyandırmıyor. Bunların da üstüne eklenen, ele alınan dönem dolayısıyla filmlerdeki dans bölümü meselesi var ki, açıkçası benim en çok eğlendiğim sahneler bunlar oldu. Jean Dujardin ve Béreénice Bejo, tüm film boyunca öylesine eğleniyorlar ki dans ederken... Neredeyse tap dance'in çocuk oyuncağı olduğunu düşünecek oluyorsunuz! Aynı şey aralarındaki uyum için de geçerli. Kesinlikle ikisinin de başka işlerini izlemek, o ekrandan fışkıran enerjilerini başka işlerde de görmek çok isterim.
Fransız yapımı film, Hollywood'un Hollywoodland olduğu 20ler sonunda geçiyor. Sessiz film starlarından George Valentin'in hayatında her şey mükemmel gidiyor, kariyerinin zirvesinde, alkışlar hiç peşini bırakmıyor, kıskananları, etrafında pervane olanları var. Kendisi de bunun farkında ve inanılmaz keyifli, bu keyif filmin ilk yarım saati boyunca size de bulaşıyor, o güldükçe siz gülüyor, köpeğinin ve aynı zamanda rol arkadaşının yaptıklarıyla da keyfiniz ikiye katlanıyor. Her şeyin böyle mükemmel gitmesi mümkün değil tabi ki. Valentin tam kariyerinin zirvesindeyken sesli filmler tek tük kendini göstermeye başlıyor ve Valentin'in hayatı alt üst oluyor.
Çünkü bu yeni formatın seyircisi eski starları "konuşurken" görmek istemiyor ve Valentin'in filmlerinde figüranlık yaparak kariyerine başlamış Penny Miller gibi yeni oyunculara gün doğuyor. Valentin bu yeni formatı kabullenemiyor, gururuna yenik düşüyor, bir yandan da Penny'ye aşık oluyor. Yani The Artist'in formatı sessiz film gibi içeriğindeki temalar da klasik filmlerdekiler gibi. Hatta bu gurur, aşk, şöhret üçgeni Türk filmlerini bile hatırlatır cinsten. Ancak bu size filmin sadece eski bir formatı yeniden ele alıp onunla 2012 yılında nostalji yapmaya çalışan bir film olduğunu düşündürtmesin. Artist, bu nostaljinin de ötesinde, kendi formatının çöküşünü işleyen, bu anlamda son derece metafiktif ve yaratıcı bir film. Örneğin, Valentin'in sesli filmlerin gelişi yüzünden yaşadığı kaygıyı gösteren, sadece kendisinin sesinin çıkmadığı sesli rüyasının filmde yer alması, filmin sonunda, yeni bir film çekilirken verilen sesli aranın filmin sesli tek anı olması.. Bunlar, çok yerinde, filmin hikayesine hizmet eden, çok zeki nüanslar.
Kısacası, böyle bir formatla parodiye dönüşmeden son derece başarılı bir iş ortaya çıkardığı, oyunculukları ve son derece eğlenceli tonu ile gözüm kapalı herkese tavsiye edebileceğim bir film The Artist. Sessiz film olması kesinlikle sıkılacağınızı düşündürtmesin, hatta imkanı olanlar sinemada izlesin, bir daha böylesine iyi bir sessiz filmi sinemada izleme şansı bulamayabiliriz nitekim :)
2 comments:
izlemediğim oscar adayı filmlere başlamıştım ben de bu aralar, ama bir türlü oturup the artist'i izleyemedim. siyah beyaz izlediğim son film charlie chaplin'in modern times filmiydi,onda da safi müzikle diyalogsuz olarak yer yer boğmuştu beni. artist'e bu yüzden uzak duruyordum, sanırım izlemenin vakti geldi, teşekkürler :)
ben teşekkür ederim :)
the artist sessiz film olduğunu unutturacak kadar temposu yüksek bir film, kesinlikle sıkmıyor, aksine çok çok eğlenceli bile buldum ben. dolayısıyla tavsiye ederim.
Post a Comment