SPOILER İÇERMEKTEDİR!
Joss Whedon, Buffy the Vampire Slayer'dan bahsederken, "Vampirlerle ilgili sahip olduğunuzu iddia edemeyeceğiniz tek şey 'ilk'tir," der. Sırf geçtiğimiz 10 seneyi bile değerlendirdiğinizde bu önermenin ne kadar doğru olduğunu görmemek mümkün değil. Vampirler her eğlence ve sanat formatındalar ve pek de bir yere gidecekmiş gibi görünmüyorlar. Vampire Diaries spin-off'u The Originals ve geçtiğimiz İstanbul Uluslarası Film Festivali'nde gösterime girmiş Byzantium, vampir ürünlerinin benim aklıma gelen ve takip ettiğim en yenileri.
Byzantium, The Crying Game ile En iyi Senaryo Oscar'ını kazanmış Neil Jordan imzalı bir film. Başrollerinde Gemma Arterton, Sam Riley ve Saoirse Ronan gibi yakın zamanda isimleri duyulmaya başlamış, gelecek vaat eden isimler var. Senaryosu, Moira Buffini tarafından kendi oyunundan filme uyarlanmış.
Ben filmi sadece Saoirse Ronan için izlemeye başlayıp hikayenin orijinalliği karşısında büyük bir şaşkınlığa uğradım. Byzantium, vampir kanonunda yine görece yakın zamanda gösterime girmiş bir roman uyarlaması olan Let the Right One In kadar önemli olacağını düşündüğüm bir hikaye. Bunda da oyun yazarı Buffini'nin senaryosunun büyük bir etkisi var.
(Buraya kadar SPOILER uyarımı dikkate almamış okurları tekrar bir uyarmakta fayda görüyorum. Bundan sonra diyeceklerim filmden aldığınız hazzı büyük bir ölçüde etkileyebilir, bilginize :) )
Buffini'nin öyküsü, filmin başında ilişiklerini bilmediğimiz Clara ve Eleanor'un gizemli hayatını konu ediniyor. Fahişe Clara, hikayesini kimselere anlatamadığı için büyük bir yalnızlık ve mutsuzluk içinde yaşayan Eleanor'u korumayı kendine görev edinmiş. Kendilerine peşlerindeki tehlikeyi bertaraf etmek için devamlı kaçış ve yalanlardan oluşan bir hayat kurmuşlar ve en son yerleştikleri yerden de Clara'nın işlediği bir cinayet yüzünden ayrılmak zorunda kalıyorlar. Filmin bu noktasına kadar Clara ve Eleanor'un vampir olduklarını anlamamıza neden olacak birkaç ipucunun dışında herhangi bir bilindik vampir numarası ile karşılaşmıyoruz. Clara da Eleanor da, süper hızlı ya da güçlü değil, güneşe çıkabiliyorlar, sivri dişleri yok. Bu anlamda vampir kanonundaki vampirlerden son derece farklılar. Hayatlarını idame ettirebilmek için kana ihtiyaçları var, ama para kazanmak zorunda olmak gibi son derece insani sıkıntılardan uzak değiller. Clara, Eleanor'u fahişelik yaparak kazandığı paralar ile geçindiriyor. Sanırım kan içmelerinin dışında, bildiğimiz vampirlere benzer herhangi bir yanları yok :) Bunu da damara ulaşmalarına yardım eden baş parmak tırnaklarının yardımı ile yapıyorlar. Bu da, açıkçası benim çok orijinal bulduğum bir başka özellikleri.
Byzantium'u farklı ve orijinal kılan, vampir fizyolojisinde yaptığı yeniliklerden ibaret değil. Clara ve Eleanor'un vampirizm öyküsü, film ilerledikçe flashbackler sayesinde öğrendiğimiz üzere, bir erkek hegamonyasından kaçış ve ona rağmen varolma öyküsü.
Fakir bir genç kızken Albay Ruthvell tarafından geneleve düşürülmüş Clara, tüm çabalarına rağmen hamile kalır. Kızını kendi kaderinden kaçabilmesi için bir manastıra verir ve onun masraflarını fahişelik yaparak kazandığı parayla karşılar. Ruthvell'in zulmünden kurtulamamıştır, üstüne üstlük bir de verem olur. Günleri sayılı bir hâlde kendisi de hasta olan Ruthvell ile ölmeyi bekler. Bir gün, Ruthvell'in asker arkadaşlarından öldü sanılan Darvell ikiliyi ziyarete gelir. Seneler geçmesine rağmen hiç yaşlanmamıştır. Ruthvell'e kendisi gibi olabilmesi için bir harita bırakır. Carla, haritayı ondan çalar ve yola koyulur. Adsız sansız, yerliler tarafından uğursuz kabul edilen bir adayı işaret etmektedir bu harita. Clara, adadaki tek mağaraya girer ve bu mağarada ruhuna elveda edip yeniden doğar. Ancak, Ruthvell'in zulmü, bu sefer de Eleanor'u rahat bırakmaz ve Eleanor, Ruthvell'in kendisine bulaştırdığı hastalık yüzünden ölümün eşiğine gelir. Clara, Eleanor'un kendisi gibi kötü bir kadere yenilmesine dayanamaz ve onu da adaya götürür. Böylece anne kız, kan içmeye mahkum bir şekilde 200 yıl boyunca birlikte yaşarlar. Ama bu hayat da yine erkek zulmü altında geçen bir hayat olacaktır. Darvell'in haritası, kendilerini "brotherhood" olarak adlandıran bir vampir topluluğunun haritasıdır. Bu topluluk, aralarına sadece zengin ve eğitimli erkekleri kabul etmektedir. Clara hem bir kadın, hem de bir fahişe olduğundan bu topluluk tarafından dışlanır. Üstüne bir de topluluğun en büyük yasaklarından olan "Kadınlar bir başkasını dönüştüremez," kuralını Eleanor ile çiğnediğinden, 200 yıl boyunca Darvell'in de içinde bulunduğu bu topluluk tarafından her yerde aranır. İşte Clara ve Eleanor, bu topluluktan kaçmaktadır.
Bu son derece karmaşık ancak orijinal ve iyi kurgulanmış öykü, vampirizm gibi içinde insana dair olanı barındırdığı ölçüde başarılı olan, ama bunu her zaman başaramayan bir dalı benim için yeni, ilginç ve tekrar düşünmeye değer kıldı. Let the Right One In'den beri kendi adıma bunu başaran bir öykü ile karşılaşmamıştım, ki bilen bilir, gereğinden fazla vampir öyküsü ile haşır neşir oldum, oluyorum :) Neil Jordan, filmin gösterime ilk kez girdiği Toronto International Film Festival'da bu öyküyü "feminist bir vampir meseli" olarak tanımlamış, bu Byzantium için bence son derece başarılı bir tanımlama. İkilinin hayatları boyunca maruz kaldığı zulüm, gerçekten de dönüp dolaşıp cinsiyet meselesinde kilitleniyor. Özellikle Clara'nın öyküsü, (fahişeliğe itilmesi, vampirizmin simgelediği "güç"e sahip olduğu için dışlanması, bu gücü başka bir kadına bahşettiği için cezalandırılması) içler acısı bir cinsiyetçilik öyküsü. Eleanor'un annesinden kopup kendi kimliğini kazanma ve Frank'e aşık olma öyküsü ise, biraz daha tanıdık ve romantize bir öykü ama Clara'nın hikayesini öğrenme sürecinde izleyice yardımcı olma açısından önemli. Ancak filmin can alıcı tarafı kesinlikle Clara ve Clara'yı canlandıran Gemma Arterton. Ben filmi Ronan için izlemeye başlasam da, Arterton'un performansından kesinlikle çok daha fazla etkilendim. Aralarında anne-kız ilişkisini işler kılacak bir yaş farkı olmayan ikilinin bu dinamiğini, Arterton'un Clara'yı canlandırırken çok iyi yakaladığı çaresizlik, beklenmedik derecede gerçekçi kılıyor. Onun performansını izleyip Clara'ya hayran olmamak, Eleanor için aldığı kararları ne kadar haksız olsa da anlamlandırmaya çalışmamak mümkün değil. Arterton'un yanı sıra ben Sam Riley'nin Darvell performansını, filmin sinematografisi ve müziğini de çok başarılı buldum. Özel efekte yaslanmayan, atmosferik ve performansa dayalı vampir öykülerini sevenlere, kesinlikle tavsiyemdir.
No comments:
Post a Comment