Filmografisini gişede başarılı olsa da çok tutarsız bulduğum ve de "olayını" pek çözemediğim Soderbergh'in yönetmenliğini yaptığı Haywire, alanında "en iyi" sayılan gizli örgüt ajanı Mallory'nin intikam öyküsünü ele alıyor. Kendi patronu tarafından öldürülmeye çalışılan Mallory, bu ihanetin sebebini anlamak ve intikamını almak için yola koyuluyor. Bu yolda da karşısına hem elimine etmesi gereken, hem de ona yardımı dokunan birçok insan çıkıyor. Film, tam anlamıyla bundan ibaret. Hatta ben biraz daha süslemiş ve de kulağa heyecanlı gelecek hale getirmiş olabilirim. Gerçekten de Haywire'da bundan ötesi yok. Benim hakkında söylemek istediklerim de (neyse ki) senaryo ile ilgili değil.
Filmin ana karakteri Mallory'yi canlandıran Gina Carano aslında bir mixed martial arts dövüşçüsü. Haywire onu bir aksiyon oyuncusu olarak geniş kitlelere tanıtan ve aksiyon dalında SAG (Screen Actors Guild) ödülüne aday olmasını sağlayan ilk film. Soderbergh bu rolü Gina için yazmış ve Gina her ne kadar Michael Douglas, Ewan Mcgregor, Antonio Banderas ve Michael Fassbander gibi isimlerle karşı karşıya gelse de filmi tek başına sırtlanıyor. Ancak Gina Carano'nun oyunculuğu kendisi gibi deneyimsiz birinden beklenenin ötesine geçemiyor ne yazık ki. Gerçi, senaryonun da ona çok bir malzeme verdiği söylenemez. Mallory'nin tüm film boyunca tek motivasyonu intikam, tek dişe dokunur özelliği ise işinde yani dövüşte iyi olması. Benim de bahsetmek istediğim tek nokta aslında bu.
Gina Carano, mixed martial arts dünyasında güzelliği ile tanınan, hatta bu dalın "yüzü" olarak bilinen, gerçekten de güzel bir kadın. Ancak Hollywood'a hitap edecek yüze ve vücuda sahip değil. Hollywood'da (aslında dünyada bile diyebiliriz) sıkça görmeye alıştığımız, hatta normal bellediğimiz kamera önünde "normal", normal hayatta ise açlıktan ölecek gibi duran bir fiziğe değil, son derece sağlıklı bir vücuda sahip. Bu da filmde tabii ki belli oluyor.
Ne yazık ki bize dayatılan kadın vücudunu görmeye o kadar alışmışız ki, bu konunun ne kadar problematik olduğunun farkında olmama rağmen film boyunca gözlerim Carano'yu çok yadırgadı. Bunu yazarken ben de bir anlamda bu önyargı ve ayrımcılığı besliyorum, farkındayım, ancak böyle bir konuyu tartışmadan da aşmamız maalesef mümkün olacak gibi görünmüyor. Kilo, vücut tipi stereotype'ı sorunsalının yanı sıra, Carano, Haywire'da yine bize dayatılan kadın savaşçı / dövüşçü görüntüsünden çok farklı dövüşüyor. Erkeğe benzetilen, erkek gibi hareket eden, erkek fizikalitesinde çizilen ve realist olmayan bu dövüşçülerden farklı bir stili var Carano'nun. Doğal olan da bu zaten :) Ama film formatında görmeye alışkın olmadığımızdan bunu da yadırgıyoruz ister istemez. Mallory, öncelikle, dövüştüğü kendinden iri ve kas yapısı güçlü erkekler karşısında vücut ağırlığını kullanıyor, ya da onların vücut ağırlığını kendi safına çeviriyor. Pis dövüşüyor, eline geçirdiği vazo vs'yi kafalarında parçalamaktan, kaslarının en fazla olduğu bacaklarıyla onları boğmaktan aşağı kalmıyor. Duvardan güç alıp düşmanına tekme attığında bunu bizi gaza getirmek değil hız kazanmak için yaptığını görebiliyorsunuz. Bu anlamda gerçekten de önemli Carano ve Soderbergh'in Haywire ile başardığı. Açıkçası ben "güçlü kadın" rolünde böyle bir karakter ve oyuncuyu izlemekten büyük bir haz aldım. Mallory, filmde kimsenin karısı, sevgilisi vs değil, aşk / sevgi / koruma içgüdüsü gibi kadın karakterlerin ana motivasyonları ilan edilmiş stereotypelarla hareket etmiyor. Ayrıca bir süpermodele de benzemiyor. Tüm bunlara rağmen güzel, seksi ve de çok güçlü. Bu anlamda Haywire önemli bir film, Gina Carano'nun bu filmlerde karşımıza çıkması önemli bir mesele ve Soderberg berbat bir senaryoyla da olsa en azından bunu başardığı için takdir edilesi.
Umarım Carano'yu Hollywood'da daha büyük prodüksiyonlarda kilo vermeden, kendi stilinden uzaklaşmadan dövüşürken görmeye devam ederiz. Ben bu anlamda Hollywood'dan umutlu değilim ama Carano'dan umutluyum.
No comments:
Post a Comment