Bu sıkıcı bir girizgah biliyorum ama romanı tartışmaya başlamadan önce ona ulaşma sürecimi de yazacaklarımı daha iyi bir bağlama oturtacağını düşündüğümden özetlemek istiyorum. İnci Aral, Şarkını Söylediğin Zaman öncesinde lisedeyken okuğum Mor isimli romanı hariç aşina olduğum bir isim değildi. Lisenin de üzerinden epey bir zaman geçtiğinden kendisine ait, yazımına ait herhangi bir fikrim yoktu. Sadece çok okunduğunu biliyordum, o kadar. Şarkını Söylediğin Zaman'ı yayınlandığı dönem metroda, dolmuşta çok sayıda kadının elinde görünce keşfettim ve bunun üzerine merakla satın aldım. Çok kitap alan, okuma hızı alma hızına yetişmeyen ve içinde bulunduğu hissiyata göre okuyacağı kitabı seçen bir okur olduğumdan da geçtiğimiz iki sene boyunca elim kitaba uzanmadı. Geçtiğimiz hafta günümün büyük bir bölümünü toplu taşıma araçlarında geçireceğim bir gün yolda okuyacak kitap ararken Şarkını Söylediğin Zaman'ı hatırladım ve okumaya başladım.
Bu aşamada romanı olay örgüsünü öğrenmeden okumak isteyenleri uyarayım: Yazımın bundan sonrası bolca spoiler içeriyor!
Şarkını Söylediğin Zaman 50li yaşlardaki Cihan ile 30larına yeni yaklaşan Ayşe'nin aşk hikayesini anlatıyor. 80 darbesi öncesinin çalkantılı siyasi olayları sırasında üniversite okumuş ve o dönemin şanssız bir çok parlak genci gibi hayatının önemli bir dönemi bu olaylardan etkilenmiş olan Cihan, yüksek öğrenimi için yurtdışına gitmiş, uzunca yıllar orada kalmış ve yurda yine bir üniversite bağlantısıyla dönüş yapmıştır. Eski dostlarla görüştüğü bir akşam yemeğinde kendisinden epey genç olan Ayşe ile tanışır. Bir yandan ülkeye dönüşün bir sonucu olarak üniversite döneminde yaşadığı karşılıksız aşkı Deniz'in hatıraları ile yeniden yüzleşir, bir yandan da Ayşe'nin cesur ilan-ı aşk'ı ile kendini hiç beklemediği anda yeni bir aşka yelken açmışken bulur. Ancak Ayşe ile tanışır tanışmaz yaşadığı o "tanıdık" hissin tek sebebi sadece ülkeye dönüşün getirdiği bir his değildir, Ayşe aslında Deniz'in kızıdır! Cihan ve Ayşe genç yaşta ölen Deniz'in hatırasıyla ayrı ayrı hesaplaştıktan sonra her şeye rağmen birlikte olmaya karar verirler.
Roman, öncelikle arka kapağında ve çeşitli yayın organlarında karşınıza çıkan özetlerinde iddia ettiği gibi Cihan ve Deniz'in değil, aslında ağırlıklı olarak Cihan'ın hikayesini anlatıyor. Ayşe'nin hikayesi de ön planda elbet ama yazarın aslen Cihan'ın öyküsünü anlatmayı tercih ettiği çok belli. Deniz, romanda Cihan'ın öyküsüne hizmet ettiği ölçüde, kafası karışık, Cihan'dan ne istediği belirsiz, kayıp bir karakter olarak var. "Kırmızı Defter" bölümünde ölmeden önce sakladığı bir deftere yazdığı anılarında, karşımıza babaerkil bir ailede annesinin ezilmesine, aldatılmasına göz yumarak büyümüş, kendine biçilen anne, ev kadını, eş rollerinden kaçmak için ne yapacağını şaşırmış bir halde çıkıyor. Cihan'ın aşkına aslında o da ona aşık olmasına rağmen neden karşılık vermediği çok belli değil. Demin bahsettiğim rollere ait olamadığı için kimlik bunalımı yaşayıp evlenip boşandıktan sonra bile evde baba baskısı görüyor, ama biz "Cihan'a neden yüz vermedi. Ona ne dengesiz davrandı," gibi kaygıları önemsemeye zorlanıyoruz. Deniz, 26 yaşında evlenip boşanmış 1 çocuk annesi, darbe sonrası hapishanede yatmış bir kadın olarak hala "Babam ne der?" kaygısıyla, onun namus ve ahlak anlayışına cevap vermek zorunda kalarak yaşıyor. Hapishanede tecavüze uğramış, işkence görmüş. Sığındığı adamlar tarafından ya yüzüstü bırakılmış, ya da o adamlar öldürülmüş. Tüm bunları anlattığı defter, kendi kızı tarafından okunduktan sonra sırf Cihan'la başladıkları ilişkinin önünü kesmesin diye paramparça edilip çöpe atılıyor.
Ayşe ile Deniz'in arasındaki ilişki elbette çok sorunlu ve zayıf bir ilişki, dolayısıyla Ayşe'nin annesine öfkesi çok anlaşılır. Ancak yazarın Deniz'e karşı tutumu ne yazık ki anlaşılır, hatta inanılır gibi değil. Cihan da Ayşe de aralarındaki Deniz bağını çok kolay görmezden gelip aşklarına gönül rahatlığıyla devam edebiliyorlar. Ne Ayşe annesinin seviştiği, küçükken "Cihan Abi," dediği bir adamla birlikte olmaktan rahatsız, ne de Cihan.. Ayşe, Cihan'a yazar tarafından aralarındaki yaş farkına, Deniz'in kızı olmasına, Cihan'ın küçükken oyuncak aldığı bir çocuk olmasına rağmen, Deniz'in hayatı pahasına resmen bir tepsi üzerinde sunuluyor. Siz de okuduğunuz şey adeta bir ensest hikayesiymiş gibi bir mide bulantısıyla başbaşa kalıyorsunuz. Deniz'in intihar etmeden önceki son satırlarından biri: "Cihan, kızıma sahip çık sevgilim."
Ayşe, annesinin eski sevgilisini, hatta ona aşık olarak öldüğü adamı, romanın son sayfalarında tıpkı çocukluğunda olduğu gibi "Cihan Abi" diyerek karşılıyor. Ve biz de bunda bir romantizm yakalamaya, Cihan Ayşe'ye "Büyümeni bekliyordum," derken duygulanmaya, hatta ağlamaya davet ediliyoruz.
Ben, yazdıklarımdan da çıkarabileceğiniz gibi Deniz'in (ve hatta Ayşe'nin) Cihan'a kurban edilmesine, kalan tek hatırasının bile paramparça edilmesine, tüm sıkıntılarının "ne istediğini bilmeme"ye indirgenmesine, kendini açıkça gösteren psikolojik sıkıntılarının üzerine hiç gidilmemesine, çok ÇOK sinirlendim. Özellikle de tüm bu seçimleri yapanın, böyle bir hikayeyle iki kadını bir erkek aşkının geçmişleri değersiz objeleri olarak kurgulayanın, bir kadın yazar olduğunu bilmek, beni hem edebiyatımızın hem de bu toplumun cinsiyet algısının edebiyata yansımasının geleceği adına çok mutsuz etti. "Keşke okumasaydım," çok demem, genelde hiç olmasa merakımı tatmin ettiğime sevinirim en azından ama, keşke Şarkını Söylediğin Zaman'ı okumasaydım.
No comments:
Post a Comment