Marilyn Monroe söz konusu olunca açıkçası yapılmamış, söylenmemiş olanı bulmak zor. Tüketmekten keyif aldığımız, ama ne doğru düzgün filmini izlediğimiz, ne kadar hayatı hakkında bir şey bildiğimiz bir oyuncu bir yandan da Monroe.. Garip değil mi hakkında doğru düzgün bir şey bilinmeyen bir oyuncu (ikon demek daha doğru aslında) hakkında içi boş da olsa söyleyecek bu kadar çok şey sahibi olmak? Ben neredeyse iki sene önce izlediğim şeylerde kendisine yapılan referanslar merakımı kabartınca bir-iki filmini izlemiş, üzerine de şöyle bir yazı yazmıştım. Dolayısıyla bu yazının yanı sıra Marilyn Monroe ile ilgili bir şeyler okumak isteyenleri oraya alalım :) Çünkü yazım, yukarıdaki resmi olmayan posterden de çıkarabileceğiniz üzere Simon Curtis'in geçtiğimiz ödül sezonu boyunca bol adaylık almış, çokça konuşulmuş filmi My Week with Marilyn üzerine.
My Week with Marilyn, adının da çağrıştırdığı üzere bir Marilyn Monroe biyografisi değil. Filmde Eddie Redmayne tarafından canlandırılan Colin Clark'ın yönetmen asistanı olarak çalıştığı Marilyn Monroe ve Laurence Olivier filmi The Prince and the Showgirl çekimleri sırasında yazdığı ve The Prince, The Showgirl and Me ismiyle yayınladığı günlükten oluşuyor. Dolayısıyla Marilyn Monroe ile ilgili elde edindiğimiz gözlem ve filme konu olan hikaye, Colin Clark'ın gözünden geçmiş, bu anlamda objektivitesi sorgulanabilecek bir tutanak. Clark, kendi deyimiyle hırslı bir ailenin çocuğu olarak hayatta kendi yolunu çizmeye kararlı 24 yaşında bir gençken film endüstrisine girmeye karar verir ve yaptığı bir sürü ayak işinden sonra kendini Marilyn Monroe'nun İngiltere'de çektiği tek film olan The Prince and the Showgirl'ün setinde bulur. Tahmin edebileceğiniz gibi Clark'ın hayalleri gerçek olmuştur, onun gözünden film setinde nelerin olup bittiğini izler, ve de Clark'ın çalışkanlığı dolayısıyla filmin her aşamasında bulunuşu sayesinde de Marilyn Monroe'nun hayatı hakkında beklemeyeceğiniz kadar ayrıntılı bir gözleme şahit oluruz. Nitekim Clark'ın saflığı, gençliği, kendisine olan hayranlığı Monroe'nun da gözünden kaçmaz ve ikili arasında çok saf da olsa bir haftalık bir ilişki başlar.
Tabi Marilyn Monroe ile ne kadar ilişki yaşanabilirse.. Öncelikle Marilyn o dönemde Arthur Miller ile evlidir. Ayrıca o kadar çok güvensizlikle ve psikolojik problemle savaşmaktadır ki, vaktinin çoğunu ya sette ağlayarak, "Yapamayacağım, başaramayacağım," diyerek ya da aldığı ilaçlar yüzünden evindeki odasında uyuyarak geçirir. Colin sıklıkla onu teselli etmeye, ona güven vermeye, iyi bir oyuncu olduğunu anlatmaya çalışır, ancak tüm çabalar boşunadır. Monroe, asla iyi bir oyuncu olduğunu kabul etmeyecek (filmin sonlarına kadar Branagh'ın canlandırdığı Olivier onun bu yüzden bu kadar büyük bir oyuncu olduğunu söyleyecektir), annesinin akıl hastanesine kapatıldığını Colin'e anlatırken öğrendiğimiz kadarıyla genetik olarak psikolojik rahatsızlık çeken, aile sevgisi görmemiş, hayatı trajedilerle dolu, çocukluktan erişkinliğe geçememiş bir kadındır. Marilyn'ni kurtarmak imkansızdır.
Bu özetten de çıkarabildiğimiz gibi film, Marilyn, Colin ve Laurence Olivier etrafında dönüyor. Marilyn'ni canlandıran Michelle Williams onun kendine güvensizliğini, gel-gitlerini, buna rağmen o inanılmaz çekiciliğini çok çok iyi yansıtmış. Açıkçası bu film Marilyn'i Colin'in gözünden anlatan bir dönem filmi değil de bir biyografi olsaydı, çok büyük ihtimalle evde Oscar'ının tozunu alıyordu şu an :) Gerçekten de çok ayağı yere basan, karikatüre kaçmayan, Monroe'nun filmlerinde de kendini gösteren çocuksu saflığını gerçekçi bir tutumla yansıtan, karakterini çok iyi anlamış bir oyuncunun performansı karşımızdaki. Aynı şekilde Eddie Redmayne ve Kenneth Branagh da rollerinde çok çok iyiler, özellikle de Branagh! Bu filmden önce de sonra da son derece prestijli ve başarılı bir oyunculuk kariyeri olmuş, "Sir" ünvanı ile taçlandırılmış Sir Olivier'in Monroe'nun profesyonelliğe uymayan davranışları karşısında sinirden allak bullak olan o komik ve yıldızın karşısında hakkı yenen başarılı oyuncu rolünü mükemmel canlandırıyor.
Bu özetten de çıkarabildiğimiz gibi film, Marilyn, Colin ve Laurence Olivier etrafında dönüyor. Marilyn'ni canlandıran Michelle Williams onun kendine güvensizliğini, gel-gitlerini, buna rağmen o inanılmaz çekiciliğini çok çok iyi yansıtmış. Açıkçası bu film Marilyn'i Colin'in gözünden anlatan bir dönem filmi değil de bir biyografi olsaydı, çok büyük ihtimalle evde Oscar'ının tozunu alıyordu şu an :) Gerçekten de çok ayağı yere basan, karikatüre kaçmayan, Monroe'nun filmlerinde de kendini gösteren çocuksu saflığını gerçekçi bir tutumla yansıtan, karakterini çok iyi anlamış bir oyuncunun performansı karşımızdaki. Aynı şekilde Eddie Redmayne ve Kenneth Branagh da rollerinde çok çok iyiler, özellikle de Branagh! Bu filmden önce de sonra da son derece prestijli ve başarılı bir oyunculuk kariyeri olmuş, "Sir" ünvanı ile taçlandırılmış Sir Olivier'in Monroe'nun profesyonelliğe uymayan davranışları karşısında sinirden allak bullak olan o komik ve yıldızın karşısında hakkı yenen başarılı oyuncu rolünü mükemmel canlandırıyor.
Filmin benim açımdan en şaşırtıcı ve bir anlamda anlaşılmaz tarafı, Marilyn'in etrafındaki herkesin ona karşı yaklaşımı oldu. Onunla çalışmayı seçtiği güne lanet eden Olivier bile filmin sonunda çektiği sahneleri izlerken Marilyn'e hayran kalmadan edemiyor. Sanki herkes, güzelliği yüzünden Marilyn'in yaptığı her şeyi, tüm profesyonellikle asla örtüşmeyen davranışlarını hoşgörebilecek gibi.. Aslında film boyunca olanlara bakarsanız durum da tam bundan ibaret. Bunu döneme ve dönemin yıldız oyuncu kavramına göre yorumlamak daha iyi olacaktır tabi ki ama Marilyn'in muhtemelen ölümüne de sebep olan güvensizliklerinin kaynağını kendisine olan bu yaklaşımda görmemek için kör olmak lazım. Marilyn ne kadar başarısız olursa olsun, bir sahnede ne kadar kötü olursa olsun, "Güzel görünse yeter," denen, güzelliğinin ötesinde kendisinden hiçbir şey beklenmeyen, yolda sette erkeklerle ilişkilerinde ciddiye alınma çabaları hep karşılıksız kalan bir kadın. Buna bir de zaten mücadele ettiği psikolojik sorunlarını ekleyince hiç yaşlanmadan ölmesine şaşırmalı.. Kim bu güzellik baskısı altında insanların kendisini gördüğü tek kimliği de yitirmeyi göze alabilir ki? Film bu anlamda da görmek isteyen için yine çok acıklı ama sinema tarihinin en büyük ikonlarından olan bu kadını anlamak adına önemli bir çalışma.
Daha önce de belirttiğim gibi, çok bütünlüklü bir senaryosu, tutarlı bir tonu ve başarılı oyunculuklarına rağmen Oscar alamamasının, özellikle de Michelle Williams'ın şahane performansının es geçilmesinin tek sebebi bence bunun bir biyografi olmaması. Ne kadar Marilyn odaklı olursa olsun bu Marilyn'in Colin Clark gözünden tarifi ve Marilyn, tüm detaylı gözlemlerine rağmen Colin için çok yaklaşılıp doğru düzgün elde edilemeyen bir ilk aşk objesi. Dolayısıyla Colin'in hayat hikayesi el verdiğince Marilyn'i görebilmek, Marilyn'i canlandırmak için Akademi açısından yeterli olmasa gerek. En azından Iron Lady'yi izleyene kadar benim kanaatim bu yönde olacak :)
Daha önce de belirttiğim gibi, çok bütünlüklü bir senaryosu, tutarlı bir tonu ve başarılı oyunculuklarına rağmen Oscar alamamasının, özellikle de Michelle Williams'ın şahane performansının es geçilmesinin tek sebebi bence bunun bir biyografi olmaması. Ne kadar Marilyn odaklı olursa olsun bu Marilyn'in Colin Clark gözünden tarifi ve Marilyn, tüm detaylı gözlemlerine rağmen Colin için çok yaklaşılıp doğru düzgün elde edilemeyen bir ilk aşk objesi. Dolayısıyla Colin'in hayat hikayesi el verdiğince Marilyn'i görebilmek, Marilyn'i canlandırmak için Akademi açısından yeterli olmasa gerek. En azından Iron Lady'yi izleyene kadar benim kanaatim bu yönde olacak :)