23.6.12

JUNK/Beyaz: Melvin Burgess'ten Bağımlılık Üzerine Gençlerin Ağzından Bir Roman

Mirjam Pressler ile ilgili yazımda etraflıca olmasa da biraz bahsetmiştim, young adult, bizdeki kullanımıyla gençlik ya da ilkgençlik edebiyatı, biraz sorunlu bir alan. Çünkü özellikle geçtiğimiz yıllarda fantastik aşk romanlarıyla kendini duyurduğundan ciddiye alınmıyor, okuyucularını kitaplarının hitap ettiği iddia edilen yaş kitlesindeki genç kızlar kadar bu kızların anneleri oluşturuyor. Durum böyle olunca da elinize 13-17 yaş grubundan kahramanları olan iyi bir kitap geçince kendinizi "Young Adult/Gençlik romanı ama sandığın gibi değil.." derken buluyorsunuz.
Türkçe'ye Beyaz ismiyle Koridor Yayıncılık tarafından Emirhan Aydın çevirisiyle kazandırılan Melvin Burgess romanı Junk tam da böyle kitaplardan. Öylesine bir göz attığım ve içimi parçalamasına rağmen elimden bırakamadığım bu roman, öncelikle kesinlikle beklediğimden daha fazlası çıktı. Ansiklopedik bilgileri hemen aradan çıkarmak gerekirse, 1996 yılında İngiltere'nin en prestijli çocuk kitabı ödüllerinden Carnegie Medal sahibi olmuş ve 2007'de CILIP Carnegie Medal üyeleri tarafından son 70 yılda yazılmış en önemli 10 çocuk kitabından biri olarak seçilmiş.
14 yaşındaki Tar ve Gemma'nın hikayesine odaklanan roman, ağırlıklı olarak onların bakış açılarından yazılmış. Anne ve babası alkol bağımlısı olan Tar (gerçek adıyla David), son derece masum, saf bir çocuktur ancak babasının alkol bağımlılığı kendisini dövmeye başlamasına kadar varınca evden kaçmak zorunda kalır. Sevgilisi Gemma'nın ona nazaran çok daha rahat bir hayatı vardır, ama ebeveynlerinin baskısına dayanamadığı için Tar'a güvenerek evden kaçar. Böylece iki çocuk, küçük kasabaları Minely'den sonra kendilerini 80ler Bristol'ında terk edilmiş bir evde iki anarşistle birlikte yaşarken bulurlar. Richard ve Vonny isimli bu iki genç, yaş olarak onlardan büyüktür ve sorumluluk sahibidir, ancak Gemma'nın macera arayışı yüzünden onlarla yaşayamaz hale gelirler. Tıpkı Gemma gibi aklı bir karış havada, "sistem karşıtı" Lily ve Ron ile yine kullanılmayan bir eve yerleşirler ve tüm trajedi işte bundan sonra başlar. 

Düşününce, "Annesi ve babası alkolik bir çocuk evden kaçmak zorunda kalıyor, kullanılmayan evlerde yabancılarla yaşıyorlar, bundan trajik ne olabilir?" diyebilirsiniz. Junk'ın "başarılı" yanlarından biri de işte bu aslına bakarsanız, yanlış tercihler yapan ve yapmaya devam eden karakterler roman boyunca bir cehennemden diğerine düşmeye devam ediyor ve siz, tıpkı onlar gibi, her an toparlanıp yollarına devam edebilecekler sanıyorsunuz. Gemma ve Tar'ın Lily ve Rob ile birlikte yaşama kararı da tıpkı bunun gibi bir etki uyandırıyor okuyucuda. İlk zamanlar yaşları birbirine çok yakın bu 4 karakter o kadar uyumlu bir hayat sürüyorlar, ve kendi hayat biçimlerini, hırsızlığı, uyuşturucu satıcılığını öylesine içselleşmiş bir olumlulukla yaşıyorlar ki, hiçbir şeyin kötüye gitmeyeceğine neredeyse siz bile inanıyorsunuz. Lily'nin bağıra çağıra saydırdığı sistem içinde yaşayan, işe giden, doktorlar tarafından verilen "uyuşturucularını" alıp kendini sağlıklı sanan ahlaklı ve temiz vatandaşlara siz de içinizden bir küfür sallıyorsunuz. Zannediyorsunuz ki her şey bununla kalacak, zavallı Tar, ailesinden kurtulduktan sonra artık mutlu bir hayat yaşayacak, Gemma yola gelip kendini toparlayacak. 
Ancak tabi ki bunların hiçbiri olmuyor. Esrar, haşhaş, ağrı kesiciler yetmiyor ve Lily ve Ron eroin kullanmaya başlıyor, tabi Lily ne yaparsa ondan aşağı kalamayan Gemma sayesinde Gemma ve Tar da. Önce şırınga kullanmadıkları için kendilerini takdir ediyorlar, eroinden güçlü olduklarını kendilerine ve belki de eroine kanıtlamak için birkaç gün kullanmadıkları bile oluyor. Sonra bir bakıyorsunuz ki, iğne kullanmaya başlamışlar, kullanmadan duramaz hale gelmişler, Gemma ve Lily fuhuşa başlamış. Ron sırf eroin alabilmek için erkek tuvaletlerinde gizli gizli kendini pazarlıyor. Bunların hiçbiri eroin için yapacakları şeylerin en kötüsü değil ne yazık ki; ancak okumayanlar için spoiler olmaması adına o kısımları okurlara bırakıyorum. 
Tüm bu hikaye, karakterlerde meydana gelen olumsuz değişiklikler, şoklar ve  bağımlılıkla başa çıkma durumları içinde beni en çok etkileyen, yazarın dönem gençlerini ve Bristol'ını tasvirdeki başarısı, samimiyeti ve cesareti oldu. Kitaptaki en antipatik karakterlerden Gemma bile ergenlik çağının doruklarındaki bir genç kızın sesine sadık kalarak, yargılamadan çizilmiş. Karakterlerin kullandıkları kelimeler, konuşma biçimleri (kitapça bolca geçen junk ve smack kelimeleri eroin için kullanılan argo kelimeler örneğin), inançları o yaşlardaki gençlerin sesini çok çok iyi yansıtıyor, onların her şeyi en iyi kendilerinin bildiğini sanan bakış açısını çok iyi ortaya koyuyor. Tüm bunları, o yaşlardaki çocukların bağımlılık uğruna fuhuşu sadece bir iş olarak görebilecek hale gelişlerini örneğin, onların gözünden anlatabilmek açıkçası büyük bir cesaret gerektiriyor. Böyle bir roman, böyle bir samimiyetle, bu kadar genç karakterlerini hiçbir şekilde yargılamadan sadece olduğu gibi çizerek Türkiye'de yazılabilir miydi, açıkçası hiç sanmıyorum.
Tam da bu sebepten çok önemli bir roman Junk ve bence aldığı tüm ödülleri sonuna kadar hak ediyor. Bağımlılık meselesi o kadar titizlikle yaklaşılması gereken bir mesele ki, özellikle de gençlerde, onlara hayatlarını nasıl bir çırpıda harcayabileceklerini gösterebilmek için Junk gibi söylev çekmeyen, sonuna kadar cesur ve samimi, kendilerinin ağzından yazılmış kültür-sanat eserleri lazım. "Bir kereden bir şey olmaz," savının, arkadaş baskısının, aşkın, kendini kanıtlama çabasının, "Ben ne yaptığımı biliyorum,"un nelere mal olabileceğini o yaşta görebilmek çok zor ve işi deneyime bırakmak da alınamayacak kadar büyük bir risk çünkü. 

No comments:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...