3.12.11

Mirjam Pressler İstanbul'daydı.

Tüm yapıtları 2010 yılında Alman Gençlik Edebiyatı Özel Ödülü'ne layık görülen Mirjam Pressler, geçtiğimiz hafta boyunca Kelime Yayınları davetiyle İstanbul'daydı. Eserleri dilimize çok yeni kazandırılmaya başlanan, dolayısıyla ülkemizde yeni keşfedildiği bile söylenebilecek Pressler, ağırlıklı olarak ilk gençlik için, yani 13-16 yaş grubu için yazan bir yazar. Bu alandaki çalışmalarının yanı sıra İbranice, İngilizce ve Norveççe'den de çeviriler yapıyor, Yahudi soykırımı ve eşitsizlik meseleleri ile yakından ilgileniyor, Anne Frank üzerine uzun yıllar çalışmış ve onun üzerine bir çalışması da bulunmakta. 
İlk gençlik ya da gençlik yazınının (enternasyonel adıyla young adult'ın) günümüzdeki fantazi etkili popülerliği malumunuz. Hatta, ne yazık ki, "gençlik romanı" deyince akla ilk gelen örnekler, bu popüleriteden dolayı ya Alacakaranlık serisi, ya Harry Potter'ın son bir kaç kitabı, ya da ana karakteri bu iki popüler serinin ele aldığı konuların etrafında pek de orijinal olmadan gezinen başka birkaç seri. Hal böyle olunca, elinize aldığınız kitap kendini "gençlik" diye damgalayınca ister istemez temkinli yaklaşmamak pek mümkün olmuyor. 
Halbuki, Mirjam Pressler, tüm bunların çok dışında kalan, tür bu kadar popülerleşmemişken yazmaya başlamış, eserleri hedeflediği yaş grubunun dışında da severek okunabilecek, 30 yıllık bir yazı geçmişi bulunan bir yazar. Kelime Yayınları'ndan çıkan iki kitabı, Haydi, Konuş Artık! ve Acı Çikolata da, son derece evrensel ve zamansız konuları işleyen, kahramanlarını tüm gerçeklikleri ile resmeden vurucu kitaplar. 
Örneğin, Haydi, Konuş Artık!'ta görünüşte son derece sorunsuz bir çocuk olan babasını hiç tanımamış Karin'in bastırdığı tüm problemleri ile yüzleşmesine tanık oluyoruz. Liseye giden, annesi kardeşi ve kendisinden ibaret son derece fakir bir evde yaşayan Karin, uzunca bir süre kendini iyi olduğuna inandırmış, okulda başarılı, kardeşine karşı sorumluluk sahibi bir çocuktur. Ancak daha kitabın ilk sayfalarından Karin'in annesiyle ilişkisinin öfke üzerine kurulu olduğunu, okuldaki diğer "zengin" arkadaşları karşısında nasıl bir aşağılık kompleksi yaşadığını ve kardeşinin yardıma muhtaç bir çocuk olduğunu anlarız. Tüm bunların üstüne bir de babasını hiç tanımadığını, bu konuyu annesiyle bile konuşmadığını öğreniriz Karin'in. Böyle büyük sorunların 15 yaşındaki bir çocuk için nasıl bir yük olduğu, Karin'in birdenbire hastalanması, doktorunun bu hastalığı bir tür sinir krizi olarak tanımlamasıyla Karin ve annesi tarafından anlaşılır. Sorumluluk sahibi ve son derece ilgili bir öğretmeninin de yardımıyla Karin bu sorunları ile ilgili yardım almaya, bir terapiste görünmeye ve de annesiyle ilişkisini düzeltmeye, sorunları hakkında konuşmaya başlar, kendini tanır. 
Acı Çikolata'da ise, kilo problemi yaşayan, kiloları yüzünden kendini değersiz gören Eva ile tanışırız. Eva, aslında o kadar tanıdık bir ergen portresi ki, Acı Çikolata'yı okurken onun sıkıntılarında kendiniz ile ilgili bir şeyler görmemek mümkün değil. Ailevi açıdan Karin'e nazaran daha şanslı bir çocuktur Eva, annesi ile babası birliktedir, maddi durumları yerindedir. Ancak onun da babası "gereğinden fazla" sıkı bir babadır, eve geç gelmesine izin vermez, dağınıklık konusunda obsesifliğe varan bir tutumu vardır. Tüm bunlar, babanın yanında pasif kalan annenin hayatını en az Eva'nınki kadar etkilemektedir. Çocuklarını kocasının bu davranışlarından korumaya çalışan anne, onlara sıkıntılarını yemek ile, Eva'nın durumunda ise çikolata ile unutturmaya çalışır. Eva ile birlikte okur olarak bizler de onun fazla kilolarında ve hatta anoreksiaya varan kusmalarında annenin ve babanın tavrının etkili olduğunu görürüz. Neyse ki Eva da, Karin gibi roman boyunca, kendi kendine yardım edebilmeyi, problem olarak gördüklerinin kendi bakış açısından kaynaklandığı öğrenir ve tüm bu problemlerinden kurtulmak için önemli bir adım atar. 
İki kitabın da sonunda karşımıza çıkan daha iyiye ya da "iyileşmeye" doğru atılan adımlar, size Mirjam Pressler'in pembe gözlüklerle dünyaya ve gençlerin sıkıntılarına bakan bir yazar olduğunu düşündürmesin. Tüm bu gelişmeler Pressler'in romanlarında o kadar doğal, o kadar olay örgüsü ile tutarlı gelişiyor ki, okuyucu olarak asla yazarın dünyasının gerçekçiliğini sorgulamıyorsunuz, hatta ana kahramanlar için seviniyor, onları takdir etmekten kendinizi alamıyorsunuz. 
Mirjam Pressler'in özellikle bu konudaki başarısının altını çizmekte fayda var. İkisi de 30 yaşında olan bu romanların hala bu kadar vurucu olabilmesinde bu başarının büyük bir payı var. Böyle bir dili, böyle bir gerçekçiliği ve böyle gençleri yaratabilmeyi nasıl başardığını kendisine sorduğunuzda tüm mütevazılığı ile "Sanırım kendi hayatımdaki o dönem benim için hala çok canlı," diye cevap veriyor. Kendisi de karakterlerine benzer sıkıntılı bir gençlik yaşamış, yetişkinlik dönemi boyunca da 39 yaşında yazmaya başlamadan önce yine sıkıntılı bir evlilik geçirmiş, çeşitli meslekler denemiş Pressler'in tüm önemli yazarlarda karşımıza çıkan o empatisini metinlerinde hissetmemek mümkün değil zaten. 
Gençlik romanları okumaktan zevk alanlara, kendisi genç olanlara, ergenlik dönemindeki çocuklarını daha iyi tanımaya çalışan ebeveynelere duyurulur: Mirjam Pressler, kesinlikle tanımanız gereken bir yazar! 

No comments:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...