DİKKAT: BU YAZI SPOILER İÇERİR!
Ağırlıklı olarak Glee ile tanınan Ryan Murphy'nin yeni bir dizinin yapımcılığını yaptığını okuduğumda açıkçası pek umursamamıştım. Glee'yi 2. sezonunun ortasında son derece sıkılarak izlemeyi bırakmış, Nip/Tuck'a ise hiç bulaşmamıştım; dolayısıyla bu yeni proje ile ilgili başlangıçta beni tek çeken şey adı oldu. Ancak yine merakıma dayanamayarak ilk bölümünü izledim ve resmen vuruldum. Sonrasında da her hafta düzenli olarak indirerek izlemeye devam ettim ve her hafta bir diğer bölümü beklerken daha da heyecanlandım.
Şimdi burada diziyi izlememelerine rağmen, hatta spoiler uyarısına rağmen, bu yazıyı okuyanlara ufak bir not düşeyim; bu söylediklerim size American Horror Story'nin bir başyapıt olduğunu filan düşündürtmesin, çünkü kesinlikle değil. Dizinin konusu, karakterleri, tüm sezon boyunca işledikleri, aile dinamikleri, bunların hiçbiri yeni değil. Orijinal değil demiyorum, malum kaypak kavramlar bunlar, ama kesinlikle dizinin malzemelerini tek tek düşündüğünüzde ortada sizi şaşırtacak bir şey yok. Hatta dizinin Rosemary's Baby ve The Shining referanslarını görmezden gelmek mümkün değil. Ancak buna rağmen hikayesi çok bütünlüklü, en başından beri ne anlatacağını, hikayesini nereye götüreceğini bilen insanların elinden çıktığı çok belli ve karakterler arasındaki ilişkiler çok başarılı işlenmiş.
Filmi başa sararsak, American Horror Story, Los Angeles'taki, hatta Amerika'daki, nadir karakterli binalardan birinde geçiyor ve 1920lerde inşaa edilmiş, bu anlamda neredeyse tarihi eser muamelesi gören bu ev ve eve yeni taşınan, problemli Harmon ailesinin hikayesini anlatıyor. Yani dizi boyunca hem evin hem de Harmon ailesinin hikayelerini izliyoruz. Değerinin çok altına satılan, Los Angeles'taki "murder tour"ların bir parçası olan, içinde sayısız cinayet işlenen bu ev, başına gelen trajedilerle evil bir enerji alanına dönüşmüş, içinde ölenleri kendine hapsetmeye başlamıştır. Her biri büyük acılar çekmiş, haksız ve eceli gelmeden ölmüş bu hayaletler ya öldüklerinin farkında değillerdir, ya da kendi acılarını başkalarına da yaşatmaya kararlılardır, bu da Harmon ailesinin başına gelenlerle bize aktarılır.
Dizinin en başarılı taraflarından biri de kesinlikle bu çok katmanlı anlatısı. Harmonlar'ın ihanet-ergen çocuk-orta yaş bunalımlı çift ekseninde gelişen kendini çabuk tüketmeye meyilli hikayesi, evin hikayesi ile birleşince izleyiciyi sıkmıyor. Evin öyküsü Harmonlar'ın öyküsüne bazen ayna tutuyor, günümüzden ve sıradan problemleri olan bir ailenin "trajedisine" gerçek trajedilerle karşıt bir anlatı oluşturuyor.
Ayrıca, Harmon ailesinin nevrotik dinamiği, Constance'ın adeta eski Yeşilçam aktristi davranışları, entrikaları, evde yani diğer adıyla murder house'da "yaşayan" hayaletlerin trajedileri, o hayaletlerin kurbanları ve bunların hepsinin bir araya getirdiği curcuna.. Bunlar, o kadar başarılı bir drama yaratıyor ki, ve bu drama o kadar başarılı, old-school bir korku öğesi ile işleniyor ki.. Sizi bilmem ama ben uzun zamandır bu kadar başarılı bir korku işi izlememiştim televizyonda. Genelde TV'de başarılı drama ve bilim-kurgu & korkuyu bir araya getirmek zordur. Yani bir diziyi izlerken bunlardan birinden birini diğerine yeğler, ve ağırlıklı olarak onun için izlersiniz. American Horror Story öyle bir ton yakalamış ki, korkuyu yaratan öykünün yanı sıra karakterlere de bağlanıyor, yaptıklarının arkasında yatan motivasyonu merak ediyor ve yaptıkları korkunç şeylere, saçma kararlarına rağmen onları önemsemeden edemiyorsunuz. Tate ile Violet'in ilişkisi, normal şartlar altında tüylerinizi diken diken edecek, üvey babasını ateşe vermiş, lisesindeki öğrencileri tüfekle vurmuş Tate gibi bir sosyopata sempati ile yaklaşmaya, Constance'ın asla istediği ve hak ettiği hayata, üne ve tabi ki eve sahip olamaması, normal şartlar altında kibirli, yaşlı ve yaptıklarının cezasını çektiğini düşüneceğiniz bu kadının şanssızlığına üzülmenize, Larry'nin Constance'a olan karşılıksız aşkı ise, kendi çocuklarını öldürmüş bir caniyi bile anlamaya çalışmaya itiyor sizi. Hatta bazen bu iç içe öyküler ve Jessica Lange, Evan Peters, Denise O'Hare gibi mükemmel oyuncuların performansları dizideki korku öğesinin önüne geçiyor. O bölümde nasıl bir katliam, vahşet (abartmıyorum inanın :) ) ile karşı karşıya kalacağınızı değil, bu kimisi ölü kimisi diri karakterlere neler olacağınızı düşünerek ekran karşısına geçiyorsunuz.
Ben bir korku-sever olarak açıkçası dizinin korku öğesinden çok etkilenmedim. Yani hiç ışıkları açık bırakıp uyumaya ya da izlerken gözlerimi kapatmaya yeltenmedim. Bu benim bu anlamda kaşarlanmış olmama ya da dizinin demin bahsettiğim gibi oyuncu performanslarının daha ön plana çıkmasına yorulabilir. Ancak bir gerçek var ki, çok fazla görsel efekte yaslanmayan ve geçmiş, yaşanmış trajediye odaklı bir öyküsü olduğundan American Horror Story'nin izleyenleri zaman zaman rahatsız etmesi, gece izlemekten kaçınmaya itmesi çok doğal. Dolayısıyla yazımı buraya kadar ısrarla okumuş diziye yabancılara önerim bu anlamda temkinli olmaları, hiç olmadı izlerken yanlarına birini almaları yönünde olacak. Yine de, korku lafının kendisi bile aklınızın çıkmasına sebep olmuyorsa, mutlaka bir şans verin izleyin derim kesinlikle. Çünkü, dizinin bu oyuncu ve karakter kadrosuyla serüveni bu 12 bölümle sona erdi ve ne yazık ki American Horror Story bu 12 bölümde tıkır tıkır işlemiş dengeyi tekrar tutturamayabilir. Ryan Murphy geçtiğimiz günlerde dizi izleyicilerini büyük bir hayalkırıklığına uğratarak önümüzdeki sezonun başka bir lokasyonda (bu ev olmak zorunda değilmiş!) farklı karakterlerle devam edeceğini açıkladı. Bazı oyuncuların geri dönmesi söz konusuymuş; ancak tamamen farklı karakterleri canlandıracaklarmış. O ne mi demek? Valla Ryan Murphy bu. Glee'ye yaptıklarından sonra bu adamdan her şey beklenir! :)
Son not: Violet'i canlandıran Taissa Farmiga ve Tate'i canlandıran Evan Peters'ı Twitter'da da takip edebilirsiniz.