12.12.11

Hesher: Hikaye Anlatmak Zor Zanaat


Seçtiğiniz form ne olursa olsun (edebiyat, film, müzik, hatta fotoğraf) bir hikaye anlatmak istiyorsanız, o hikayeyi iyi anlatmak istediğiniz sürece bazı seçimler yapmak durumda kalıyorsunuz. Hikaye kimin hikayesi, dolayısıyla kahraman kim, kahramanın sesi hikaye için ne kadar önemli, derece daha az önemli diğerlerinin rolü ne kadar önemli, kahramanı nasıl etkiliyorlar, daha doğrusu hikayeye nasıl hizmet ediyorlar? Bunlar daha buz dağının görünen kısmının 1000de biri bile etmeyecek kadar az sayıda seçimler... Ama bilinçli ya da bilinçsiz bu saydıklarım ve başka niceleri başkalarına, ya da başkaları benim saydıklarıma tercih ediliyor ki, sayısız değişkenin içinden tekil bir "anlatı" ortaya çıkabiliyor. 
Bir süredir oyuncuları (Joseph Gordon-Levitt ve Natalie Portman) dolayısıyla merak ettiğim ve dün sonunda izleyebildiğim Hesher hakkında gün boyunca aklıma ara ara takılan "Aslında beğendim, iyi de vakit geçirdim, oyunculuklar da çok iyiydi, peki eksik olan neydi, niye etkilenmedim, niye vurulmadım?" sorularına cevap ararken cevabın bu tercihlerde gezindiği kanısına vardım. Çünkü Hesher, kendine seçtiği hikayeyi ortaya çıkarırken bazı seçimleri çok doğru yapmış, bazılarını ise es geçmiş, dolayısıyla kült olmanın ucundan dönmüş kendince başarılı bir film. Neden mi bahsediyorum? :) Filmi henüz izlememiş olanlar için mümkün mertebe az spoiler ile derdimi anlatmaya çalışayım.


Film, adının sonradan TJ Forney olduğunu öğreneceğimiz tahminen ortaokula giden, yani maksimum 14 yaşındaki bir çocuğun bakış açısından açılıyor. Annesini korkunç bir trafik kazasında kaybetmiş, babası bu kazadan sonra ağır bir depresyona girmiş, artık babası ile birlikte yaşlı büyükannesinin yanında yaşayan TJ'in hayatı, bir insanın hayatında başından geçebilecek en zor dönemlerden birinden geçmektedir. Bu da yetmezmiş gibi devamlı okuldaki bir çocuğun dayağına maruz kalmaktadır. Tam da daha ne kötü gidebilir ki derken sinirden boş sandığı evlerden birinin penceresine attığı bir taş, hayatına Hesher'i sokar. Joseph Gordon-Levitt'in neredeyse ürkütücü bir gerçekçilikle canlandırdığı Hesher, TJ'e olan "kininden" onu takip eder, yetmezmiş gibi TJ'in arkadaşı olduğunu iddia ederek Forneyler'in evine yerleşir. Forneyler, yani TJ'in babası ve büyükannesi, o kadar kamatoz bir varoluş sürdürmektedirler ki, hiçbiri şoke olmanın ötesinde -ki büyükannenin bunu bile yaptığı söylenemez :)- bir eyleme girişmezler bu konuda. Bu arada Hesher TJ'i takip etmeye, hayatını cehenneme çevirmeye, arasıra da ona yardım etmeye devam eder; ama Hesher akıldışıdır, tutarsızdır, hiçbir şeyden korkusu yoktur ve hayatını dünyada kendisinden başkası yokmuş gibi yaşar. Ne yapacağı pek kestirilemez. 


Hesher, bu saydıklarımdan filmin göbeğinde yer alıyormuş gibi görünse de,  aslına bakarsanız tüm film boyunca izlediğimiz, zamansız ve trajedik bir kayıpla paramparça olmuş bir ailenin dramını, küçük bir çocuğun annesinin ölümüyle bir türlü başa çıkamama süreci. Hesher, filmin başlarında (hatta motivasyonu, temeli hiç açıklanmadığı için film boyunca demek daha doğru) sadece kaos yaratmak için var gibi görünüyor. Yani TJ'in okulda dayak yediği çocuğun arabasını ateşe verip sonra TJ'in soruşturmaya çekilmesine sebep veren, yine TJ'i bu çocuktan dayak yemekten bir gün zorla kurtaran Nicole'ü "Burası amcamın evi," deyip soktuğu bir evde havuza atıp sonra evi yerle bir eden, sadece büyükanne ile olan sahnelerde kısmen derinlik kazanan Hesher'den fazlasını beklemek de pek mümkün değil gibi. Ben de izlerken beklemiyordum açıkçası. Nitekim, böylesine depresif bir kayıp öyküsüne zaman zaman comic relief sağlama konusunda bir karakter olarak çok başarılı da yazılmış gibiydi. Büyükanne ile olan bazı sahneleri özellikle beni böyle bir filmden beklemediğim kadar güldürdü. 


Ancak filmin ortalama son 20 dakikasında kendini gösteren, TJ'in ve babasının yaşadıklarına rağmen sahip olduklarının kıymetini bilip hayatlarına devam etmek için çabalamalarında Hesher'in de büyük bir rolü olduğu fikri, ne yazık ki Hesher'in canlı kanlı bir karakter olarak çizilmeyip bir ideal, hatta bir karikatür olarak kalması ile işlemiyor. Yönetmen ve senarist Spencer Susser, karakterine biraz daha derinlik katmayı tercih etseydi -ki bunu nasıl filmin tonunu, hızını değiştirmeden yapabilirdi derseniz benim de pek bir fikrim yok- bu fikir pek tabii işleyebilirdi ve karşımızdaki anlatı Little Miss Sunshine gibi çok başarılı bir kara komediye dönüşebilirdi. Bu haliyle, Hesher, oyunculuğu çok başarılı, enteresan bir bağımsız film olmanın ne yazık ki ötesine geçemiyor. Halbuki Joseph Gordon-Levitt karakterinin içinde o kadar kaybolmuş, o kadar Hesher ki, ve TJ rolünde Devin Brochu, TJ'in babası Paul rolünde Rainn Wilson ve Nicole rolünde Natalie Portman, o kadar iyiler ki... Rainn Wilson'ın Paul'ünün hali resmen içinizi parçalıyor, Natalie Portman'ın Nicole'ünün gerçekten o yaştaki bir çocuğu o kadar önemseyebilecek kadar büyük yürekli olduğuna neredeyse inanacak oluyorsunuz. Ancak ne yazık ki iyi bir oyuncu kadrosu, başarılı bir yönetmen, çok ilginç ve -iyi işlenebilirse- orijinal bir fikir bile bir filmi iyi film yapmaya yetmiyor. Anlamdan, anlatıdan kaçamadığımızın, hikaye anlatmanın ne kadar zor olduğunun ve hikaye anlatırken yapılan seçimlerin ne kadar önemli olduğunun sinemadaki en güzel örneklerinden biri Hesher. 

No comments:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...