80'lerde çekilmiş gençlik filmlerinin başka bir büyüsü olduğu konusunda neredeyse herkes benimle hemfikirdir sanırım. Ağırlıklı olarak John Hughes tarafından yazılmış ve/veya yönetilmiş bu filmler (The Breakfast Club, Pretty in Pink, Sixteen Candles, Ferris Bueller's Day Off) genelde Hughes'un adıyla birlikte anılırlar. Bu size Hughes'un 80'leri tekeline aldığını düşündürtmesin, Fast Times at Ridgemont High, Dazed and Confused, Heathers gibi 80'lerin bize bağışladığı son derece eğlenceli Hughes imzasını taşımayan filmler de mevcut. İnternet henüz icat edilmediği için midir, diskodan mıdır nedir bilemeyeceğim (malum 80ler sonu doğanlardanım :) ) günümüz filmlerinde olmayan bir naiflik ve umut taşıyan bu filmlerden biri de çok uzun zamandır adını duyduktan sonra sonunda izlemeye karar verdiğim Cameron Crowe imzalı Say Anything. Say Anything'in, çoğu günümüzde unutulmuş 80'lerin oyuncu kitlesi dolayısıyla bu filmleri izlemeye eli varmayanları motive edecek bir de büyük oyuncusu var: John Cusack.
Say Anything'in hikayesi, çoğu John Hughes filmine benzer bir şekilde son derece romantik: Cusack'ın canlandırdığı herkes tarafından sevilen, ortalama öğrenci, kızlarla daha iyi anlaşan Lloyd Dobler, okulun en çalışkan ama kimsenin doğru düzgün tanımadığı kızı Diane Court'a abayı yakmıştır. Diane ile herhangi bir tanışıklığı olmamasına rağmen, mezun olduğu gün tüm arkadaşlarının tavsiyelerini göz ardı ederek ilk hamlesini yapar ve onu mezuniyet partisine davet eder. Bir şekilde Diane'den eveti koparır ve tahmin edebileceğiniz gibi ona sırılsıklam aşık olur.
Buraya kadar özetimin kulağa son derece sıkıcı ve klişe geldiğinin farkındayım :) Ama durun, devamı var. Diane herhangi bir kız değildir. Annesi ve babası boşandığında babasıyla yaşamayı seçmiştir ve onunla çok özel bir bağı vardır. Okuldaki başarısı sayesinde kazandığı bursla 4 ay sonra İngiltere'ye taşınacaktır, babası hayattan ne istediğini bilmeyen Lloyd ile takılmasını istememektedir. Bir de ortaya Diane'in babasına atılan bir iftira da peyda olunca Diane daha fazla baskıya dayanamayıp Lloyd'dan ayrılır. Her şeyiyle kusursuz, hayatını şimdiden Diane'e adamaya hazır Lloyd kahrolur, kendini kaybeder. Tabii ki bu bir gençlik filmi olduğu için gençlerimiz tekrar bir araya gelecektir, ama nasıl ve ne pahasına? :)
Filmle ilgili spoiler okumak istemeyenlerin buradan sonrasını okumamasını salık veriyorum. Uyarmadı demeyin!
Filmle ilgili spoiler okumak istemeyenlerin buradan sonrasını okumamasını salık veriyorum. Uyarmadı demeyin!
Filmin en büyük albenisini diyalogları, müzik kullanımı ve oyunculukları oluşturuyor. Say Anything, baştan sona ezberleyip arkadaşlarınızla karşılıklı birbirinize söylemek isteyeceğiniz türden diyaloglarla dolu. Özellikle Lloyd karakteri, gelecekte ne yapmak isteyeceğini bilmez tembel davranışlarına rağmen filmdeki en derinlikli ve anlamlı diyaloglara sahip. Onun Diane üzerinden kurduğu gelecek hayali, her ne kadar ayakları yere basmayan bir hayal olsa da onun olumluluğuna ve bu olumluluk üzerinden verdiği sava inanmamak mümkün değil. Lloyd, bu anlamda hem hayalci hem de yaşıtlarından bir hayli bilinçli davranışlarıyla son derece kendine özgü bir karakter. Diane de aynı şekilde Amerikan sineması gençlik filmlerinin esas kızlarından çok farklı. Bir kere popülerlik derdinde ya da sığ değil. Ama "alternatif" kız da değil. Yine çoğu kadın karakter gibi filmin arzu nesnesi ama kendini bu şekilde konumlar bir hali, kendini objeleştirir bir davranışı yok. Ha, bu Diane tamamen sorunsuz demek değil tabi.
Diane'in babasıyla son derece co-dependent bir ilişkisi var ve bu ilişki, özellikle babasının davranışlarında rahatsız edici bir şekilde karşımıza çıkıyor. İlk bakışta "korumacı baba" bahanesiyle geçiştirilebilecekmiş gibi duran bu davranışlar, Diane'in hayatına Lloyd girdiği andan itibaren neredeyse kıskançlığa varan bir hal alıyor. Beni baba-kız arasındaki ilişkinin aynen bu şekilde çizildiğine iyice ikna eden, "Ben mi çok yakından bakıyorum?" sorumu geçersiz kılan sahne, Diane'in babasına "Lloyd'u seviyorum" dedikten sonra gördüğü empati ve öz eleştiri ile gizlenmiş hırçınlık oldu. Diane'in o sahnede Lloyd ile birlikte olduğu sürece babasını üzeceğine karar verdiğini, hemen akabinde tam da babasının istediği bir biçimde ondan ayrılmasında görüyoruz. Her ne kadar bu durum babasının sahtekarlıkla suçlanması ve bu yüzden zor zamanlar geçirmesi ile geçiştirilse de, Lloyd ve Diane ilişkisi, ikilinin neredeyse her diyaloğunun "Babama söyledim,", "Baban mesajımı dinliyordur belki," , "Kim bilir benden ayrılmanı belki de baban istemiştir," gibi lafların sıklığıyla kendini 3 kişilik bir ilişki olarak çiziyor. Diane'in evde neredeyse bir yetişkin gibi söz sahibi olması, babasıyla olması gerekenden çok daha eşit, bir eşe yaraşır bir düzlemde dürüstlük, hayal kırıklığı gibi konularda kavgalar etmesi ve ona darılması bu durumun başka örnekleri.. En can alıcı olan da, filmin sonunda Lloyd ve Diane'in mutluluğa ermelerinin ancak Diane'in babasına küsmesi, onu affedemeyeceğine karar vermesi ve tıpkı Lloyd'a yaptığı gibi onu bir kalemle terk etmesiyle mümkün olması..
Eğer bu son derece sağlıksız baba-kız ilişkisini ve Lloyd'un babadan kalan boşluğu doldurmak için bir ebeveyn gibi hayatını Diane'e adamaya karar vermesini göz ardı ederseniz, Say Anything gerçekten zamanını aşan ender gençlik filmlerinden biri. Liseden yeni mezun olan dönem gençliğini döneme ait referanslarla, izleyicinin orada olmak isteyeceği bir cazibeyle çiziyor. Ben izlerken çok çok keyif aldım, ve itiraf edeyim John Cusack'in Lloyd Dobler'ına hayran kaldım :) 80ler ya da John Hughes / Cameron Crowe sempatiniz varsa kaçırmayın!
No comments:
Post a Comment