20.4.13

The Woman In Black: Daniel Radcliffe'den Tüylerinizi Diken Diken Edecek Bir Korku Filmi

Her ne kadar buradaki yazıları güncel tutmaya kalkışsam da bu konuda bir türlü başarılı olamıyorum Her Şey Aydınlandı okurları. Bunda yazdığım hiçbir alanda pek güncel takipçisi olmamamın etkisi var elbette: En son ne zaman sinemada bir film izlediğimi hatırlamıyorum, yeni çıkan kitapları edinsem de canım ne zaman çok isterse o zaman okumayı tercih ediyorum... En son ülkemizde bu aralar gösterimde olan Warm Bodies'i yine internetten izledim, beğendim de, ama yazmaya değer bulmadım :) Dolayısıyla yine ülkemizde geçtiğimiz sene gösterime girmiş ve benim yeni izlediğim bir filmle karşınızdayım. Üstelik de bir korku filmiyle...
Yine yakın zamanda izlediğim ve görece beğendiğim House at the End of the Street ile ilgili yazımda yakın zamanda çekilmiş iyi korku filminin sayıca azlığından bahsetmiştim. Tam da bu sebepten Harry Potter franchise'ının yüzü Daniel Radcliffe'in geçtiğimiz sene gösterime giren filmi The Woman in Black / Siyahlı Kadın'ı hakkında hiçbir şey okumadan, beklentisiz bir şekilde izlemeye başladım. Ve karşıma çıkan filmin güzelliği karşısında büyük bir şaşkınlığa uğradım :)
Filmle ilgili genel bilgileri öncelikle bir aradan çıkaralım: The Woman in Black, Susan Hill'in aynı isimli romanından uyarlama 2012 yapımı bir film. Roman daha önce 1989'da TV filmi olarak uyarlanmış, bu da Radcliffe'in filmini remake yapıyor. 1989'da yayınlanmış filmin de ciddi bir hayran kitlesi var ve 2012 yapımının çok az ses getirmesini ve IMDB puanının düşük olmasını biraz da buna bağlıyorum.
Filmin hikayesine gelirsek... Genç avukat Arthur Kipps (Radcliffe) karısını oğlunun doğumunda kaybetmiş ve bu olayın üstesinden gelememiştir. Yası hem oğluyla olan ilişkisine hem de işine ket vurmaktadır. Patronunun ona verdiği son bir şansla Cyriphin Gifford isimli küçük bir köydeki Eel Marsh malikanesinin satımını gerçekleştirmek üzere yola çıkar. Ancak köy yabancılara karşı son derece yabanıldır, malikaneye gitmesine yardım etmezler. Sadece köylüleri cahil ve batıl inançlı bulan Daily'den yardım gören Kipps, Eel Marsh evine ulaşır ve evin trajik geçmişini ve köyün lanetini evdeki kalıntılar ve gördüğü siyahlı bir kadın bir kadın sayesinde gün ışığına çıkarır. 




Filmi henüz izlememiş olanlar buradan sonrasını okumasınlar, spoiler içerir! 

Eel Marsh evi, tıpkı köylülerin iddia ettiği gibi hayaletlidir, ancak bu hayalet sadece evi değil tüm köyü kontrolü altına almıştır. Ne zaman biri tarafından görülse köyde çocuklar ölmeye başlamaktadır. Bunun da nedeni, Kipps'in evde bulduğu ailenin gizli tarihini ortaya çıkaran dökümanlar ve mektuplarla ortaya çıkar: Eel Marsh sakinleri Mr ve Mrs Drablow, çocukları olmadığı için Mrs Drablow'un kız kardeşinin oğlu Nathaniel'ı zorla nüfuslarına geçirmişlerdir ve Nathaniel hiçbir zaman annesini tanımamıştır. Bu yeterince büyük bir trajedi değilmişçesine, Nathaniel küçük yaşta evin yakınındaki bataklıkta geçirdiği bir kazada ölmüş ve cesedi hiçbir zaman bulunamamıştır. Nathaniel'in gerçek annesi Jennet, kız kardeşinden gördüğü haksızlığın üzerine bir de bu trajediye dayanamamış ve kendini malikanede asmıştır. Şimdi ise hayaleti Eel Marsh'ı ve Cryphin Gifford'u ele geçirmiştir, kendisine yapılan haksızlığın intikamını köylülerin çocuklarını ellerinden alarak almaktadır. 
Kendi başına bile ortalama bir korku filmi çıkaracak bu öykü, filmde beni çok şaşırtan bir şekilde Radcliffe'in performansıyla çok daha etkileyici bir hale geliyor. Radcliffe, öncelikle genç ve yasta bir koca ve baba rolünde henüz yirmili yaşlarının başında olmasına rağmen son derece inandırıcı. Onun kendi geçmişinden yola çıkarak Eel Marsh'ta olanları çözme ve onu ziyarete gelecek oğlunu kurtarma çabası, filmin hali hazırdaki hem yürek burkan hem de insanı koltuğundan zıplatan öyküsüne bir katman daha ekliyor. Jennet'in huzura kavuşmasını, adaletin yerini bulmasını ve çocukların bu lanetten kurtulmasını istediğiniz kadar Arthur'un da oğlunu kurtarmasını istiyorsunuz. Jennet'e ve  çocukların zavallı ailelerine üzüldüğünüz kadar Arthur'a da üzülüyorsunuz. Bu anlamda, Radcliffe'in performansı şaşırtıcı derecede iyi. 
Tabii, tüm bunlarda izlediğimiz filmin (ve de tabii ki romanın) bir dönem filmi olmasının büyük etkisi var. Tüm bu öykü 19. yüzyıl sonunda geçiyor, dolayısıyla mekanlara büyük bir Gothik hava hakim. Bu da hikayenin korkutuculuğunu yüzde yüz artıran, ortalama bir hayalet öyküsünün üzerine çıkaran bir etmen. Kostümler, makyajlar, filmin renk seçimleri... Bunların hepsi Gothik etkisi altında. Özel efektler de buna bağlı olarak artık görmeye çok alıştığımız CGI etkisinden son derece uzak ve inandırıcı.
Filmi ortalamanın üzerine çıkaran bu unsurların hiçbiri, karşımızdakinin çok orijinal bir hikaye olmadığı gerçeğini değiştirmiyor elbette. Filmin özellikle de sonu, böyle hikayelerde ve filmlerde karşılaşmaya alışkın olmadığımız bir şekilde bağlansa da kadın hayalet ve çocuk unsuru yakın dönem korku filmlerinde tekrar tekrar işlenmiş unsurlar. Bu filmi benzerlerinden kısmen daha farklı kılan, hayaletin intikamının iyi / kötü ve suçlu / suçsuz ayrımı yapmaması ve sonunda ona yardım edeni de cezalandırması. Yine de korku filmi seven izleyicinin, arada bir korku filmi izleyip korkmak isteyenlerin ve de Harry Potter severlerin kesinlikle izlemesi gereken bir film karşımızdaki. Daniel Radcliffe'in gelecekteki film seçimleri adına bu rol bence büyük umut vadediyor.

No comments:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...